Ana Sayfa Vergi Tahsil edilemeyen kira gelirine ait faturaların gider yazılıp yazılamayacağı

    Tahsil edilemeyen kira gelirine ait faturaların gider yazılıp yazılamayacağı

    277
    0
    Sayı:B.07.1.GİB.4.06.17.01-130[KDV5/I/29/2017/27]-308906
    Tarih:17/09/2019

    T.C.

    GELİR İDARESİ BAŞKANLIĞI

    ANKARA VERGİ DAİRESİ BAŞKANLIĞI

    Mükellef Hizmetleri KDV ve Diğer Vergiler Grup Müdürlüğü

    Sayı

    :

    84974990-130[KDV5/I/29/2017/27]-308906

    17.09.2019

    Konu

    :

    Tahsil edilemeyen kira gelirine ait faturaların gider yazılıp yazılamayacağı hk.

    İlgi

    :

     

    İlgide kayıtlı özelge talep formunda, şirketinizin mülkiyetinde olan bir gayrimenkulü kira sözleşmesi yaparak … tarihinden itibaren bir şirkete kiraladığınız, … tarihinde bu şirkete kayyum atandığı, kayyum atanmasından sonra iki adet kira faturası düzenleyerek kiracıya tebliğ ettiğiniz ve kira geliri olarak beyan ederek kayıtlarınıza aldığınız, ancak fatura bedellerini tahsil edemediğinizden bahisle, söz konusu bu faturalar için iade faturası keserek gider yazıp yazamayacağınız ve katma değer vergisini (KDV) indirim konusu yapıp yapamayacağınız hakkında Başkanlığımız görüşü sorulmaktadır.

     

    I-KURUMLAR VERGİSİ KANUNU YÖNÜNDEN DEĞERLENDİRME:

    5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 6 ncı maddesinde, kurumlar vergisinin mükelleflerin bir hesap dönemi içinde elde ettikleri safı kurum kazancı üzerinden hesaplanacağı, safî kurum kazancının tespitinde, Gelir Vergisi Kanununun ticari kazanç hakkındaki hükümlerinin uygulanacağı hükme bağlanmıştır.

    193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun 38 inci maddesinde ise; “Bilanço esasına göre ticari kazanç, teşebbüsteki öz sermayenin hesap dönemi sonunda ve başındaki değerleri arasındaki müspet farktır. Bu dönem zarfında sahip veya sahiplerce:

    1. İşletmeye ilave olunan değerler bu farktan indirilir;

    2. İşletmeden çekilen değerler ise farka ilave olunur.

    Ticari kazancın bu suretle tesbit edilmesi sırasında, Vergi Usul Kanununun değerlemeye ait hükümleri ile bu kanunun 40 ve 41 inci maddeleri hükümlerine uyulur.” hükmüne yer verilmiştir.

    Ticari kazancın tespitinde iki temel ilke geçerlidir. Bunlar “dönemsellik” ve “tahakkuk esası” ilkeleridir.Tahakkuk esası ilkesinde, gelir veya giderin miktar ve mahiyet itibariyle kesinleşmiş olması, yani geliri veya gideri doğuran işlemin tekemmül etmesinin yanı sıra, bu işlemin miktarının ve işlemden kaynaklanan alacağın veya borcun ödeme şartlarının da belirlenmiş olması gereklidir. Dönemsellik ilkesi ise, bu gelir veya giderin ilgili olduğu döneme intikalinin sağlanmasıdır. Dönemsellik, tahakkuk etmiş bir gelir için söz konusudur. Bu esaslar dikkate alındığında, bir gelir unsurunun, özel bir düzenleme olmadığı sürece mahiyet ve tutar itibariyle kesinleştiği dönem kazancının tespitinde dikkate alınması gerekmektedir.

    Buna göre, şirketiniz tarafından kira geliri olarak kayıtlara alınan, ancak bedeli tahsil edilemeyen tutarın iade faturası düzenlenerek ilgili dönem kurum kazancının tespitinde gider olarak dikkate alınması mümkün değildir.

    Öte yandan, alacaklı olduğunuz şirket hakkında Asliye Ticaret Mahkemesince iflasın ertelenmesine karar verilmesi ve borçlu şirketin konkordato talebinin anlaşmayla sonuçlanması halinde, varsa söz konusu anlaşma kapsamında vazgeçilen alacağınız, değersiz alacak olarak kabul edileceğinden, alacağın değersiz hale geldiği dönem hesabına zarar olarak yazılması mümkündür.

    Diğer taraftan, 213 sayılı Vergi Usul Kanununun “Vergiyi doğuran olay” başlıklı 19 uncu maddesinde; “Vergi alacağı vergi kanunlarının vergiyi bağladıkları olayın vukuu veya hukuki durumun tekemmülü ile doğar. Vergi alacağı mükellef bakımından vergi borcunu teşkil eder.” hükümlerine yer verilmiştir.

    Ayrıca, aynı Kanunun “İspat Edici Kağıtlar” başlıklı 227 nci maddesinin birinci fıkrasında, “Bu kanunda aksine hüküm olmadıkça bu kanuna göre tutulan ve üçüncü şahıslarla olan münasebet ve muamelelere ait olan kayıtların tevsiki mecburidir.” hükmü yer almakta olup, söz konusu kayıtların, esas itibarıyla, mezkûr Kanunun 229 ve müteakip maddelerinde yer alan belgelerden herhangi birisi ile tevsik edilmesi gerekmektedir.

    Bu kapsamda anılan Kanunun;

    – 229 uncu maddesinde, faturanın satılan emtia veya yapılan iş karşılığında müşterinin borçlandığı meblağı göstermek üzere emtiayı satan veya işi yapan tüccar tarafından müşteriye verilen ticari vesika olduğu,

    – 231 inci maddesinin birinci fıkrasının (5) numaralı bendinde faturanın, malın teslimi veya hizmetin yapıldığı tarihten itibaren azami yedi gün içinde düzenlenmesi gerektiği, bu süre içerisinde düzenlenmeyen faturaların hiç düzenlenmemiş sayılacağı,

    – 232 nci maddesinde, birinci ve ikinci sınıf tüccarların, kazancı basit usulde tespit edilenlerle defter tutmak mecburiyetinde olan çiftçilerin; birinci ve ikinci sınıf tüccarlara, serbest meslek erbabına, kazançları basit usulde tespit olunan tüccarlara, defter tutmak mecburiyetinde olan çiftçilere ve vergiden muaf esnafa sattıkları emtia veya yaptıkları işler için fatura vermek ve bunlarda fatura istemek ve almak mecburiyetinde olduğu, bu sayılanlar dışında kalanların, birinci ve ikinci sınıf tüccarlar ile kazancı basit usulde tesbit edilenlerden ve defter tutmak mecburiyetinde olan çiftçilerden satın aldıkları emtia veya onlara yaptırdıkları iş bedelinin 2018 yılı için 1.000 TL’yi (2017 yılı için 900.-TL’ yi) geçmesi veya bedeli 2018 yılı için 1.000 TL’den (2017 yılı için 900.-TL’ den) az olsa dahi istemeleri halinde emtiayı satanın veya işi yapanın fatura vermesinin mecburi olduğu

    hükme bağlanmıştır.

    Buna göre, kiralama şeklindeki hizmet ifalarında vergiyi doğuran olay hizmetin yapılması ile meydana gelmekte, herhangi bir sebeple kira bedellerinin eksik tahsil edilmesi veya hiç tahsil edilememesi faturanın düzenlenmesine engel teşkil etmemektedir.

    Dolayısıyla, her ayın bitiminden itibaren o aya ait kiralama hizmeti için takip eden yedi gün içinde fatura düzenlenmesi gerekmekte olup, bedelin tahsil edilemediği gerekçesiyle iade faturası adı altında fatura düzenlenmesi mümkün bulunmamaktadır.

    Öte yandan, anılan Kanunun “Şüpheli Alacaklar” başlıklı 323 üncü maddesinde,

    Ticari ve zirai kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi ile ilgili olmak şartıyla;

    1. Dava veya icra safhasında bulunan alacaklar;

    2. Yapılan protestoya veya yazı ile bir defadan fazla istenilmesine rağmen borçlu tarafından ödenmemiş bulunan dava ve icra takibine değmeyecek derecede küçük alacaklar;

    Şüpheli alacak sayılır.

    Yukarıda yazılı şüpheli alacaklar için değerleme gününün tasarruf değerine göre pasifte karşılık ayrılabilir.

    Bu karşılığın hangi alacaklara ait olduğu karşılık hesabında gösterilir.

    Teminatlı alacaklarda bu karşılık teminattan geri kalan miktara inhisar eder. Şüpheli alacakların sonradan tahsil edilen miktarları tahsil edildikleri dönemde kar zarar hesabına intikal ettirilir.”

    hükümleri yer almaktadır.

    Bu hükümlere göre, ticari ve zirai kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi ile ilgili olmak şartıyla; dava veya icra safhasında bulunan alacaklarla, yapılan protestoya veya yazı ile bir defadan fazla istenilmesine rağmen borçlu tarafından ödenmemiş olan dava ve icra takibine değmeyecek derecede küçük alacaklar şüpheli alacak sayılmakta, bu şartlardan herhangi birinin mevcut olmaması durumunda ise şüpheli alacak kaydına imkân bulunmamaktadır. Bir alacağın dava safhasında olduğunun kabulü için de, mahkemeye dava, icraya takip için dilekçe verilmiş olması, ancak gerek mahkemeye gerek icraya yapılan başvuruların ciddiyetle takip edilmesi gerekmektedir. Ayrıca, şüpheli alacaklar için dava veya icra takibine başlanıldığı yılda karşılık ayrılması gerekmekte olup, şüpheli hale geldiği hesap döneminde karşılık ayrılmayan alacaklar için daha sonraki dönemlerde şüpheli alacak karşılığı ayrılması mümkün olmamaktadır. Bunun yanı sıra, Kanun hükmü teminatlı alacaklarda bu karşılığı, teminattan geri kalan miktarla sınırlamakta, alacağın ipotek, haciz, rehin. kefil vs. suretlerle teminata bağlanmış olması halinde, şüpheli alacak karşılığı ayrılamayacağını kabul etmiş bulunmaktadır.

    Öte yandan, 2004 sayılı İcra İflas Kanununun;

    – 7101 sayılı Kanunun 65 inci maddesi ile mülga (Yürürlük: 28/2/2018) “Erteleme yargılaması” başlıklı (179/a) maddesinde, mahkemenin, iflasın ertelenmesi talebinde bulunulması üzerine, yönetim organının yerine geçmesi ya da yönetim organı kararlarını veya işlemlerinin bir kısmını veya tamamını onaylaması ve ayrıca envanter işlemlerini başlatarak kontrolü altında yürütmesi için, derhal, görevinin gerektirdiği mesleki ve teknik yeterliliğe sahip, yeterli sayıda kayyım atayacağı; iflasın ertelenmesi talebinin, kayyımın atanmasına ilişkin kararın, kayyımın mahkemece belirlenmiş görevleri ve temsil yetkisi ile bunların sınırlarının tescil edilmek üzere ticaret sicili müdürlüğüne bildirileceği ve 166 ncı maddenin ikinci fıkrasının ikinci ve üçüncü cümlelerinde öngörülen usulle ilan ettirileceği; bu ilanda alacaklıların iflasın ertelenmesi talebinin ilanından itibaren iki haftalık kesin süre içinde itiraz ederek iflasın ertelenmesi şartlarının bulunmadığını ileri sürebileceklerinin ve mahkemeden talebin reddini isteyebileceklerinin belirtileceği; mahkemenin ayrıca şirketin veya kooperatifin malvarlığının korunması ve faaliyetlerinin yürütülmesi için gerekli olan tedbirleri alacağı; 179/b maddesinin ikinci ve üçüncü fıkra hükümleri saklı kalmak ve toplam iflasın ertelenmesi süresinden sayılmak kaydıyla, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanuna göre yapılan takipler de dâhil olmak üzere şirket veya kooperatif aleyhine takip yapılmasını yasaklayabileceği veya evvelce başlatılmış takipleri durdurabileceği; bu süre içinde ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararlarının uygulanmayacağı, bir takip muamelesi ile kesilebilen zamanaşımı ve hak düşüren müddetlerin işlemeyeceği; iflasın ertelenmesi talepleri öncelikle ve ivedilikle sonuçlandırılacağı; mahkemenin, projeyi ciddi ve inandırıcı bulur ve şirket veya kooperatifi iflasın ertelenmesine layık görürse iflasın ertelenmesine, şirket veya kooperatifin borca batık olmadığını tespit ederse erteleme talebi ile iflas davasının reddine, aksi takdirde şirketin veya kooperatifin iflasına karar vereceği,

    – 7101 sayılı Kanunun 65 inci maddesi ile mülga (Yürürlük: 28/2/2018) “Erteleme kararı ve sonuçları” başlıklı mülga (179/b) maddesinde, erteleme kararı üzerine borçlu aleyhine 6183 sayılı Kanuna göre yapılan takipler de dâhil olmak üzere hiçbir takip yapılamayacağı ve evvelce başlamış takiplerin duracağı, ihtiyati tedbir ile ihtiyati haciz kararlarının uygulanmayacağı, bir takip muamelesi ile kesilebilen zamanaşımı ve hak düşüren müddetlerin işlemeyeceği; erteleme süresinin azami bir yıl olduğu, bu sürenin mahkemece uygun görülmesi hâlinde bir yıl daha uzatılabileceği; erteleme süresi sonunda, kayyımın verdiği raporlardan veya gerek gördüğünde alacağı bilirkişi raporundan borca batıklığın devam ettiğini tespit eden mahkemenin, şirketin veya kooperatifin iflasına karar vereceği; erteleme süresi dolmamakla birlikte, mahkemenin kayyımın verdiği raporlardan veya gerek gördüğünde alacağı bilirkişi raporundan şirketin veya kooperatifin malî durumunun iyileştirilmesinin mümkün olmadığı kanaatine varırsa, erteleme kararını kaldırarak şirketin veya kooperatifin iflasına, şirket veya kooperatifin bu aşamada borca batıklığının ortadan kalktığı sonucuna varırsa, erteleme talebi ile iflas davasının reddine karar vereceği; iflasın ertelenmesi talebi üzerine mahkemece verilen nihai kararların hüküm fıkralarının tescil edilmek üzere ticaret sicili müdürlüğüne bildirileceği ve 166 ncı maddenin ikinci fıkrasının ikinci ve üçüncü cümlelerinde öngörülen usulle ilan ettirileceği

    hüküm altına alınmıştır.

    Ayrıca, iflas ertelemesi, pasifleri aktiflerinden fazla olan, diğer bir deyişle borca batık olan bir işletmenin belli koşullarda, iflasına karar verilmesini geçici olarak önlemek, varlığını ve faaliyetlerini sürdürmesini sağlamak amacıyla getirilmiş bir müessesedir. Şirketi idare veya temsille görevlendirilmiş olanlar veya alacaklılar tarafından bir iyileştirme projesinin mahkemeye ibrazı ve mahkemenin de bu projeyi inandırıcı bulması halinde iflasın ertelenmesi söz konusu olmakta, bu kararın verilmesi ise firmadan alacağı olanların alacaklarını tahsil etme imkânını ortadan kaldırmamakta, sadece icra takiplerini engellemektedir. İcra ve İflas Kanunu hükümleri uyarınca iflasın ertelenmesi kararı dava açsın açmasın tüm alacaklılar bakımından sonuç doğurmaktadır. İflasın ertelenmesi kurumunun temel amacı, mali durumu bozulmuş ve iflası istenmiş olan bir sermaye şirketinin mali durumunun düzelmesi ihtimali bulunuyorsa gerekli tedbirleri alarak şirkete toparlanma ve yeniden üretim ve istihdam yaratma imkânı vermekti. Süreç sırasında iyileştirme projesine uygun olarak ticari faaliyete devam edilmekteydi. Süreç sonunda başarıya ulaşılabilir, ödemeler yapılabilir ve ticari hayata devam edilebilir ya da başarı sağlanamayarak iflas veya konkordato sürecine gidilebilirdi. Ancak, 7101 sayılı Kanunla, 2004 sayılı Kanunda yapılan değişikliklerle, iflasın ertelenmesi kurumu 28/2/2018 tarihinde yürürlüğe girmek üzere kaldırılıp, konkordato kurumu revize edilmiştir.

    Bu hükümler ve açıklamalar çerçevesinde, gerek alacaklı olunan şirket hakkında iflasın ertelemesi kararının verilmesi ile iflasa ilişkin şartların varlığının tamamen ortadan kalktığından söz edilemeyecek olması, gerekse iflası ertelenen borçlu şirketin takibi İcra ve İflas Kanunu hükümleri uyarınca engellendiği hususları birlikte değerlendirildiğinde iflası ertelenen şirketten tahsil edilemeyen ve kanuni takibe de imkan olmayan, (ticari kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesine ilişkin) alacaklar için bu alacakların şüpheli hale geldiği dönemde şüpheli alacak karşılığı ayırılması mümkün bulunmaktadır.

    Bununla birlikte, özelge talep başvurunuz ve eklerinin tetkikinden, şüpheli hale gelen yukarıda belirtilen mahiyetteki alacaklar için, alacağın şüpheli hale geldiği yılda karşılık ayırılmış olması gerekmekte olup, ilgili dönemde karşılık ayrılmayan söz konusu alacaklar için müteakip yıllarda karşılık ayrılması mümkün bulunmamaktadır.

    Yukarıda da yer verildiği üzere, 7101 sayılı Kanunla, 2004 sayılı Kanunda yapılan değişikliklerle, iflasın ertelenmesi kurumu … tarihinde yürürlüğe girmek üzere kaldırılıp, konkordato kurumu revize edilmiştir.

    Konkordato, herhangi bir dürüst borçlunun ödeme teklifinin konkordatoya tabi alacaklılarının belirli bir çoğunluğu tarafından kabulü ve mahkemenin onayı ile gerçekleşen ve borçlunun, borçlarının bir kısmından kurtulmasını veya ödeme şeklinin/süresinin borçlu yararına değişmesini sağlayan, iflasa nazaran yumuşatılmış, alacaklıların eşit olarak tatminine yarayan hukuki bir araç/müessesedir. Bu sayede işletmeler konkordatoya tabi borçlarını, elde edebilecekleri zaman süreci içinde icra ve iflas takiplerinden korunmak suretiyle ödeyebilme imkânına kavuşmaktadır. Bu bakımdan konkordato, ödeme şekil ve şartlarında borçlu yararına değişiklik meydana getirmektedir. Ayrıca, konkordato bir dava veya icra takibi olmayıp, bazen alacağın bir kısmından vazgeçme yerine alacağın vadesinin uzatılarak tamamının ödenmesi şeklinde de olabilir. Dolayısıyla, konkordato alacağı şüpheli hale getirmediği gibi aksine, alacağın tahsil imkanını kuvvetlendirebilir.

    Dolayısıyla, Kanunun 323 üncü maddesi uygulamasında, konkordato yoluna giden işletmelerden olan ticari ve zirai kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesine ilişkin alacaklar için şüpheli alacak karşılığı ayrılması mümkün bulunmamaktadır.

    Diğer taraftan, mezkûr Kanunun 322 nci maddesinde, kazai bir hükme veya kanaat verici bir vesikaya göre tahsiline artık imkân kalmayan alacakların değersiz alacak olacağı, değersiz alacakların, bu mahiyete girdikleri tarihte tasarruf değerlerini kaybedecekleri ve mukayyet kıymetleriyle zarara geçirilerek yok edileceği, işletme hesabı esasına göre defter tutan mükelleflerin bu madde hükmü kapsamına giren değersiz alacaklarını, gider kaydetmek suretiyle yok edeceği hüküm altına alınmıştır.

    Mezkûr madde uygulamasında değersiz alacak; kaybedilmiş, tahsiline imkân kalmamış, değeri sıfıra inmiş bir alacak olup, alacağın bu durumunun, kazai bir hükümle veya kanaat verici bir vesika ile tevsik edilmesi icap etmektedir. Kazai bir hükümden anlaşılması gereken, alacağın tahsili için kanun yollarına başvurulmuş olması, icra takibinin yapılmış bulunması, bu müracaatlar ve takipler sonunda, alacağın ödenmeyeceğine hâkim tarafından hükmedilmiş olması; kanaat verici vesika teriminden ise ödemeyi imkânsız hale getirmiş hal ve sebepler sonucu ortaya çıkmış belgeler anlaşılmalıdır. Alacağın tahsil güçlüğünün objektif ve inandırıcı belgelerle ortaya konması değersiz alacak uygulaması bakımından önem arz etmekte olup, kanun koyucu tarafından da, değersiz hale geldiği ileri sürülen alacağın ciddi olarak takip edildiğine ilişkin çabaların kazai bir hüküm veya kanaat verici bir vesika ile tevsiki öngörülmüştür.

    Vergi Usul Kanunu uygulamasında kanaat verici vesikalara;

    – Borçlunun herhangi bir mal varlığı bırakmadan ölümü veya 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 32 ve izleyen maddelerine göre mahkemelerce borçlu hakkında verilen gaiplik kararı ve mirasçılarından mirası reddettiklerine dair sulh hukuk mahkemelerince verilmiş bulunan mirası red kararı,

    – Borçlu aleyhine alacaklı tarafından açılan davayı borçlunun kazandığına dair mahkeme kararı, – Mahkeme huzurunda alacaktan vazgeçildiğine ilişkin olarak düzenlenmiş belgeler,

    – Alacaktan vazgeçildiğine dair konkordato anlaşması,

    – Borçlunun dolandırıcılıktan mahkûm olması ve herhangi bir mal varlığı bulunmadığını belgeleyen resmi evrak,

    – Borçlunun adresinin saptanamaması nedeniyle icra takibat dosyasının kaldırıldığını ve yasal süresi içerisinde yenileme talebinde de bulunulmadığını gösteren icra memurluğu yazısı,

    – Gerek doğuşu gerekse vazgeçilmesi bakımından belli ve inandırıcı sebepleri olmak şartıyla alacaktan vazgeçildiğini gösteren anlaşmalar (Alacaklının tek taraflı irade beyanı ile alınmasından vazgeçilen alacakların, değersiz alacak olarak zarar kaydı mümkün değildir.),

    – Ticaret mahkemesince borçlu hakkında verilmiş ve ilgili masa tarafından tasfiyeye tabi tutulmuş bulunan iflas kararına ilişkin belgeler

    örnek olarak sayılabilir.

    Bu itibarla, borçlu şirketin konkordato talebinin bulunması ve anlaşmayla sonuçlanmasına bağlı olarak, varsa söz konusu anlaşma kapsamında vazgeçilen alacak kısmı, değersiz alacak olarak kabul edileceğinden, konkordato anlaşmasının onaylanarak kesinleşmesini müteakiben, alacağın değersiz hale geldiği (anlaşmanın kesinleştiği) yıl hesaplarına zarar olarak yazılması mümkündür. Ayrıca, kesinleşen konkordato anlaşmasının 213 sayılı Kanunda öngörülen süreler boyunca muhafaza ve gerektiğinde yetkililere ibraz edilmesi gerektiği tabiidir.

    Bunun yanında, Vergi Usul Kanununun 322 nci maddesi uygulamasında, alacağın değersiz hale geldiği yıl hesaplarına zarar olarak yazılması gerekmekte olup, ilgili olduğu yılda zarar yazılmayan alacağın sonraki yıllarda dikkate alınması mümkün bulunmamaktadır.

    II- KATMA DEĞER VERGİSİ YÖNÜNDEN DEĞERLENDİRME:

    3065 Sayılı Katma Değer Vergisi (KDV) Kanununun;

    – 1/1 inci maddesinde, Türkiye’de ticari, sınai, zirai faaliyet ve serbest meslek faaliyeti çerçevesinde yapılan teslim ve hizmetlerin;

    – 1/3-f maddesinde, Gelir Vergisi Kanunu’nun 70 inci maddesinde belirtilen mal ve hakların kiralanması işlemlerinin KDV ye tabi olduğu,

    – 4 üncü maddesinde, hizmetin teslim ve teslim sayılan haller ile mal ithalatı dışında kalan işlemler olduğu; bu işlemlerin bir şeyi yapmak, işlemek, meydana getirmek, imal etmek, onarmak, temizlemek, muhafaza etmek, hazırlamak, değerlendirmek, kiralamak, bir şeyi yapmamayı taahhüt etmek gibi şekillerde gerçekleşebileceği,

    – 10 uncu maddesinde, vergiyi doğuran olayın, (a) fıkrasında, malın teslimi veya hizmetin yapılması, (b) fıkrasında, malın tesliminden veya hizmetin yapılmasından önce fatura veya benzeri belgeler verilmesi hallerinde, bu belgelerde gösterilen miktarla sınırlı olmak üzere fatura veya benzeri belgelerin düzenlenmesi, (c) fıkrasında da, kısım kısım mal teslimi ve hizmet yapılması mutad olan veya bu hususlarda mutabık kalınan hallerde, her bir kısmın teslimi veya bir kısım hizmetin yapılması anında doğacağı,

    – 20/1 inci maddesinde, teslim ve hizmet işlemlerinde matrahın bu işlemlerin karşılığını teşkil eden bedel olduğu,

    – 20/2 nci maddesinde, bedel deyiminin malı teslim alan veya kendisine hizmet yapılan veyahut bunlar adına hareket edenlerden bu işlemler karşılığında her ne suretle olursa olsun alınan veya bunlarca borçlanılan para, mal ve diğer suretlerde sağlanan ve para ile temsil edilebilen menfaat, hizmet ve değerler toplamını ifade ettiği,

    hüküm altına alınmıştır.

    Buna göre, tahsil edemediğiniz kira fatura bedelleri özel hukuk kuralları çerçevesinde çözülmesi gereken bir husus olup, alacağın şüpheli alacak durumunda olması halinde bu alacağa ilişkin katma değer vergisi için Vergi Usul Kanununun alacaklarda amortisman hükümleri çerçevesinde karşılık ayrılabilecektir.

    Bilgi edinilmesini rica ederim.

     


    Kaynak: GİB
    Yasal Uyarı: Bu içerikte yer alan bilgi, görsel, tablolar, açıklama, yorum, analiz ve bir bütün olarak içeriğin tamamı sadece genel bilgilendirme amacıyla verilmiştir. Kişi veya kuruma özel profesyonel bir bilgilendirme ve yönlendirmede bulunma amacı güdülmemiştir. Konu ile benzerlik gösterse de her işletmenin kendi özel şartları nedeniyle farklı durumları olabilir. Bu nedenle, bu yazıda belirtilen içerikte yola çıkarak işletmenizi etkileyecek herhangi bir karar alıp uygulamaya geçmeden önce, uzmanına danışmanız menfaatiniz gereğidir. Muhasebenews veya ilişkili olduğu kişi veya kurumlardan hiç biri, bu belgede yer alan bilgi, tablo, görsel, görüş ve diğer türdeki tüm içeriklerin özel veya resmi, gerçek veya tüzel kişi, kurum ve organizasyonlar tarafından kullanılması sonucunda ortaya çıkabilecek zarar veya ziyandan sorumlu değildir.


    Önceki İçerikİkinci el online oto pazarında en çok satılanlar belli oldu
    Sonraki İçerikSGK Sisteminden Teşvik Sorgulaması yapılabilmektedir

    CEVAP VER

    Lütfen yorumunuzu giriniz!
    Lütfen isminizi buraya giriniz