Osmanlı – Muhasebe News https://www.muhasebenews.com Muhasebe News Sat, 15 Apr 2023 14:52:55 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.3.4 Osmanlı İmparatorluğunda hangi muhasebe sistemi kullanılıyordu? https://www.muhasebenews.com/osmanli-imparatorlugunda-hangi-muhasebe-sistemi-kullaniliyordu/ https://www.muhasebenews.com/osmanli-imparatorlugunda-hangi-muhasebe-sistemi-kullaniliyordu/#respond Sat, 15 Apr 2023 14:31:13 +0000 https://www.muhasebenews.com/?p=141749 Osmanlı İmparatorluğu’nda kullanılan muhasebe sistemi, günümüz muhasebe sistemi ile benzerlikler göstermekle birlikte, bazı farklılıklar da içermekteydi.

Osmanlı İmparatorluğu’nda, kamu maliyesi ve vergi toplama işleri, defterdarlık ve sancak beylikleri tarafından yürütülmekteydi. Defterdarlık, mali işlerin yürütülmesinden sorumlu olan merkezi bir kurumdu. Sancak beyleri ise, ilçe düzeyinde vergi toplama ve hesapları yürütme görevine sahipti.

Osmanlı İmparatorluğu’nda, vergi toplama ve mali işlerin kaydedilmesi için çeşitli defterler kullanılmaktaydı. Bunlar arasında “muhasebe-i liva”, “muhasebe-i hase”, “muhasebe-i amme” ve “hazine-i amire” defterleri bulunmaktaydı. Muhasebe-i liva, sancak beylerinin yürüttüğü yerel vergi toplama işlemlerini kaydederken, muhasebe-i hase, saraydaki kişisel harcamaları ve gelirleri kaydederdi. Muhasebe-i amme, genel kamu harcamalarını kaydederken, hazine-i amire ise, devletin merkezi mali kayıtlarını tutardı.

Osmanlı İmparatorluğu’nda, muhasebe işlemleri genellikle el yazısıyla kaydedilmekteydi. Bununla birlikte, bazı kayıtların basılı formlarda da tutulduğu bilinmektedir. Muhasebe kayıtlarında, vergi toplama işlemleri, harcamalar ve gelirler gibi finansal veriler ayrıntılı bir şekilde kaydedilirdi.

Osmanlı İmparatorluğu’nda muhasebe sistemi, vergi toplama ve mali işlerin kaydı için oldukça önemliydi. Bu sistem, merkezi mali yönetimin ve vergi toplama işlemlerinin etkin bir şekilde yürütülmesine yardımcı oldu.

Osmanlı İmparatorluğunda vergi toplama işlerinin başındaki vezir kimdi ve görevleri neydi?

Osmanlı İmparatorluğu’nda vergi toplama işlerinin başında bulunan vezir, “vezir-i muhtesip” unvanıyla anılırdı. Vezir-i muhtesip, vergi tahsilatını denetleyen ve halkın şikayetlerini dinleyen bir görevliydi. Bu görevin temel amacı, haksız vergi tahsilatını engellemek ve halkın memnuniyetini sağlamaktı.

Vezir-i muhtesip, Osmanlı İmparatorluğu’nda 16. yüzyıldan itibaren görev yapmaya başlamıştır. Bu görev, 19. yüzyıla kadar devam etmiştir. Vezir-i muhtesip’in görevleri arasında vergi tahsilatının düzenli olarak yapılmasını sağlamak, vergi miktarlarını belirlemek, vergi mükelleflerini denetlemek ve halkın şikayetlerini dinlemek bulunmaktaydı. Vezir-i muhtesip, ayrıca, pazarcıların ve esnafın da faaliyetlerini denetleyerek, haksız rekabeti engellemeye çalışırdı.

Osmanlı İmparatorluğu’nda vezir-i muhtesip, sadrazamın yardımcısı olarak görev yapardı. Vezir-i muhtesip, ayrıca, yeniçeri ocağına bağlı “muhasebe-i büzurg” adı verilen bir vergi tahsilat birimini yönetirdi. Bu birim, vergi tahsilatının düzenli olarak yapılmasını sağlamak için çalışmaktaydı.

Osmanlı İmparatorluğunun yıllık hesapları ne zaman kesinleşirdi?

Osmanlı İmparatorluğu’nun yıllık hesapları, İslam takvimine göre Muharrem ayının 10. günü, yani Aşure günü kesinleştirilirdi. Bu tarih, Osmanlı İmparatorluğu’nda yıllık hesapların kesinleştirildiği “aşure günü” olarak anılırdı.

Aşure günü, Osmanlı İmparatorluğu’nda önemli bir gün olarak kabul edilirdi. Bu gün, yıllık hesapların yanı sıra, mali yılın başlangıcını da ifade ederdi. Osmanlı İmparatorluğu’nda vergi yılı, Aşure gününden Aşure gününe olan süreyi kapsardı. Bu süre içinde vergiler toplanır ve yıllık hesaplar yapılırdı. Aşure günü, bu hesapların kesinleştirilmesi ve yeni mali yılın başlaması için önemli bir tarih olarak kabul edilirdi.

Osmanlı İmparatorluğu’nda yıllık hesapların kesinleştirilmesi, “divan-ı humayun” adı verilen yüksek divanda yapılırdı. Bu toplantıda, vezirler, kadılar, muhasebeciler ve diğer önemli devlet görevlileri hazır bulunur ve yıllık hesaplar görüşülürdü. Bu toplantıda, vergi tahsilatının düzenli olarak yapıldığından emin olunur ve hesapların doğruluğu kontrol edilirdi. Sonuç olarak, yıllık hesaplar Aşure günü kesinleştirilir ve yeni mali yıl başlamış olurdu.

Osmanlı İmparatorluğunun dönemlerdeki devlet gelirleri nasıl gerçekleşti?

Osmanlı İmparatorluğu’nun 100 yıllık dönemlerdeki devlet gelirleri zaman içinde değişiklik göstermiştir. Bunun nedeni, Osmanlı İmparatorluğu’nun ekonomik yapısının, coğrafi keşifler ve ticari rekabet gibi dış faktörlerin etkisiyle sürekli olarak değişmesidir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk dönemlerinde, devlet gelirleri genellikle toprak sahibi sınıfın ödediği toprak vergisi, ticaret vergileri ve haraçlardan oluşuyordu. Bu dönemde, Osmanlı İmparatorluğu’nun geliri çoğunlukla vergilerden elde ediliyordu.

17. yüzyılda ise Osmanlı İmparatorluğu’nun ekonomik yapısı değişti ve ticaretteki payı arttı. Bu dönemde, Osmanlı İmparatorluğu’nun geliri, iç ve dış ticaretten, vergilerden, devlet tekelindeki tuz, tütün ve hasılat ürünlerinden, mal ve hizmetlerin üretiminden ve ithalatından gelir elde etmesiyle arttı.

18. yüzyılda ise Osmanlı İmparatorluğu’nun gelirleri daha da arttı ve bu dönemde Osmanlı İmparatorluğu, Avrupa ve Asya arasındaki ticarette önemli bir merkez haline geldi. Devlet gelirleri çoğunlukla ticari faaliyetlerden, haraçlardan ve vergilerden oluşuyordu.

19. yüzyılın başlarından itibaren ise Osmanlı İmparatorluğu’nun ekonomik yapısı tekrar değişmeye başladı. Bu dönemde, Osmanlı İmparatorluğu’nun gelirleri daha çok vergilerden, devlet tekelindeki ürünlerden ve çeşitli kurumlardan elde ediliyordu.

Sonuç olarak, Osmanlı İmparatorluğu’nun 100 yıllık dönemlerdeki devlet gelirleri, ekonomik yapısının değişimine bağlı olarak farklılık göstermiştir. Ancak, genel olarak toprak vergileri, ticaret vergileri, haraçlar, devlet tekelindeki ürünler ve çeşitli kurumlardan elde edilen gelirler önemli rol oynamıştır.

Osmanlı İmparatorluğunun 1600’lü yıllardaki devlet gelirleri YAKLAŞIK NEYDİ?

Osmanlı İmparatorluğunun 1600’lü yıllardaki devlet gelirleri hakkında kesin bir rakam vermek zordur çünkü o dönemde vergi kayıtları ve muhasebe sistemi günümüzdeki kadar detaylı değildi. Ancak, o dönemde Osmanlı İmparatorluğu, dünyanın en güçlü ve zengin imparatorluklarından biriydi ve geniş bir toprak sahip olması nedeniyle önemli bir gelir elde ediyordu. Bu gelir, çeşitli kaynaklardan elde ediliyordu, örneğin vergiler, ticaret gelirleri, tımar sistemi vb. Osmanlı İmparatorluğu’nun toplam gelirleri, döneme ve kaynağına göre değişebilse de, 1600’lü yıllarda milyonlarca altın ediyordu.

Kanuni Sultan Süleyman Döneminde Osmanlı İmparatorluğunun maliye işlerine bakan vezir kimdi?

Kanuni Sultan Süleyman döneminde, maliye işlerine bakan vezir “Hızır Bey” veya tam unvanıyla “Muhasebeci Hızır Bey” olarak bilinir. Hızır Bey, maliye işlerindeki uzmanlığıyla ve dürüstlüğüyle tanınan bir devlet adamıydı. Kanuni Sultan Süleyman, Hızır Bey’i sadrazamlık görevine de getirmişti. Hızır Bey, vergi toplama, gelir kaynaklarının yönetimi ve devlet bütçesinin hazırlanması gibi maliye işlerinin yanı sıra, Osmanlı İmparatorluğu’nun yurt içi ve yurt dışındaki ticaret faaliyetlerini de yönetmiştir.

Fatih Sultan Süleyman Döneminde Osmanlı İmparatorluğunun maliye işlerine bakan vezirİ

Fatih Sultan Mehmet döneminde ve Kanuni Sultan Süleyman döneminde Osmanlı İmparatorluğunun maliye işlerine bakan vezirin ismi “Hoca Sinan Paşa” olarak bilinir. Hoca Sinan Paşa, Osmanlı İmparatorluğu’nun önemli vezirlerinden biriydi ve maliye işlerindeki uzmanlığıyla tanınıyordu. Kendisi ayrıca, Fatih Sultan Mehmet ve Kanuni Sultan Süleyman dönemlerinde sadrazam olarak da görev yapmıştır. Hoca Sinan Paşa, vergi toplama, gelir kaynaklarının yönetimi, devlet bütçesinin hazırlanması ve askeri harcamaların finansmanı gibi konularda etkin bir rol oynamıştır.

Osmanlı imparatorluğunun mali kayıtları hangi müzede tutuluyor?

Osmanlı İmparatorluğu’nun mali kayıtları, günümüzde Topkapı Sarayı Müzesi’nde muhafaza edilmektedir. Bu kayıtlar, Topkapı Sarayı’nın “Beyazıt Kütüphanesi” adı verilen bölümünde bulunur. Beyazıt Kütüphanesi, Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetim ve kültür merkezi olan İstanbul’da bulunan Topkapı Sarayı’nın en önemli bölümlerinden biridir ve Osmanlı dönemine ait birçok el yazması eseri, belge ve arşiv kaydını barındırmaktadır. Bu kayıtlar, Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihi, kültürü ve mali işlerine ilişkin önemli bilgiler içermektedir.


Yasal Uyarı: Bu içerikte yer alan bilgi, görsel, tablolar, açıklama, yorum, analiz ve bir bütün olarak içeriğin tamamı sadece genel bilgilendirme amacıyla verilmiştir. Kişi veya kuruma özel profesyonel bir bilgilendirme ve yönlendirmede bulunma amacı güdülmemiştir. Konu ile benzerlik gösterse de her işletmenin kendi özel şartları nedeniyle farklı durumları olabilir. Bu nedenle, bu yazıda belirtilen içerikte yola çıkarak işletmenizi etkileyecek herhangi bir karar alıp uygulamaya geçmeden önce, uzmanına danışmanız menfaatiniz gereğidir. Muhasebenews veya ilişkili olduğu kişi veya kurumlardan hiç biri, bu belgede yer alan bilgi, tablo, görsel, görüş ve diğer türdeki tüm içeriklerin özel veya resmi, gerçek veya tüzel kişi, kurum ve organizasyonlar tarafından kullanılması sonucunda ortaya çıkabilecek zarar veya ziyandan sorumlu değildir.


]]>
https://www.muhasebenews.com/osmanli-imparatorlugunda-hangi-muhasebe-sistemi-kullaniliyordu/feed/ 0
Osmanlı, Safevi ve Babür İmparatorlukları (Dünya Tarihi) (Sanat ve Sosyal Bilimler) https://www.muhasebenews.com/osmanli-safevi-ve-babur-imparatorluklari-dunya-tarihi-sanat-ve-sosyal-bilimler/ https://www.muhasebenews.com/osmanli-safevi-ve-babur-imparatorluklari-dunya-tarihi-sanat-ve-sosyal-bilimler/#respond Wed, 22 May 2019 06:00:01 +0000 https://www.muhasebenews.com/?p=58832  

 

 

 


Kaynak: KHAN Academy Türkçe Youtube Sayfası
Yasal Uyarı: Bu içerikte yer alan bilgi, görsel, tablolar, açıklama, yorum, analiz ve bir bütün olarak içeriğin tamamı sadece genel bilgilendirme amacıyla verilmiştir. Kişi veya kuruma özel profesyonel bir bilgilendirme ve yönlendirmede bulunma amacı güdülmemiştir. Konu ile benzerlik gösterse de her işletmenin kendi özel şartları nedeniyle farklı durumları olabilir. Bu nedenle, bu yazıda belirtilen içerikte yola çıkarak işletmenizi etkileyecek herhangi bir karar alıp uygulamaya geçmeden önce, uzmanına danışmanız menfaatiniz gereğidir. Muhasebenews veya ilişkili olduğu kişi veya kurumlardan hiç biri, bu belgede yer alan bilgi, tablo, görsel, görüş ve diğer türdeki tüm içeriklerin özel veya resmi, gerçek veya tüzel kişi, kurum ve organizasyonlar tarafından kullanılması sonucunda ortaya çıkabilecek zarar veya ziyandan sorumlu değildir.


]]>
https://www.muhasebenews.com/osmanli-safevi-ve-babur-imparatorluklari-dunya-tarihi-sanat-ve-sosyal-bilimler/feed/ 0
Fatih Sultan Mehmet https://www.muhasebenews.com/fatih-sultan-mehmet/ https://www.muhasebenews.com/fatih-sultan-mehmet/#respond Fri, 03 May 2019 13:15:42 +0000 https://www.muhasebenews.com/?p=56634 II. Mehmed

(Osmanlı Türkçesi: محمد ثانى, Meḥmed-i s̠ānī;
bilinen adıyla Fatih Sultan Mehmed kısaca Fâtih, Osmanlı Türkçesi ile فاتح;
Avrupa’da tanınan adıyla: Grand Turco (Büyük Türk) veya Turcarum Imperator (Türk İmparatoru);
30 Mart 1432 – 3 Mayıs 1481), Osmanlı İmparatorluğu’nun yedinci padişahı.
Tarihî kaynaklarda ismi, Mehmed isimli diğer padişahlarınki gibi, Muhammed şeklinde geçer.
İlk olarak 1444-46 yılları arasında kısa bir dönem, daha sonra 1451’den 1481 yılında ölümüne kadar 30 yıl boyunca hüküm sürdü.

II. Mehmed, 21 yaşında İstanbul’u fethederek 1000 yıllık Bizans İmparatorluğu’na son verdi ve bu olay birçok tarihçi tarafından Orta Çağ’ın sonu Yeni Çağ’ın başlangıcı olarak kabul edildi. Fetih’ten sonra Fethin Babası anlamına gelen “Ebû’l-Feth” Osmanlı Türkçesi ile ابو الفتح, daha sonraki dönemlerde ise “Çağ Açan Hükümdar” ve “Kayser-i Rûm” (Roma İmparatoru, Osmanlı Türkçesi: قیصر روم) unvanları ile anıldı.

Fatih, İslam peygamberi Muhammed’in bir hadisine nâil olduğu için günümüzde Türkiye ve İslam dünyasının geniş bir kesiminde “kahraman” olarak kabul edilmektedir.

Şehzadeliği

İstanbul’un limanı, haritası ve onun surları.

27 Receb 835 (30 Mart 1432) Pazar günü şafak vaktinde, devletin başkenti olan Edirne’de, II. Murad’ın dördüncü oğlu olarak dünyaya geldi. Annesi Hüma Hatun, tarihçi Babinger ve yazar Lord Kinross’a göre gayrimüslim bir köledir. Yine Babinger’e göre, ölümünden sonra İran efsanelerindeki cennetkuşu hümadan esinlenilerek Hüma Hatun olarak adlandırılmıştır.

Mehmed iki yaşına kadar Edirne’de kaldıktan sonra 1434’te sütninesi ve küçük ağabeyi Alâeddin Ali ile birlikte 14 yaşındaki büyük ağabeyi Ahmed’in Rum sancakbeyi olduğu Amasya’ya gönderildi. Burada ağabeyi Ahmed’in erken yaşta ölmesi üzerine Mehmed altı yaşında Rum sancakbeyi oldu (İnalcık’a göre şüpheli). Diğer ağabeyi Alâeddin Ali ise Manisa’da Saruhan sancakbeyi oldu. İki yıl sonra babaları II. Murad’ın talimatıyla iki kardeş yer değiştirdiler ve Mehmed Saruhan sancakbeyi oldu.

Mehmed’in eğitimi için babası çeşitli hocalar görevlendirdi. Ancak zeki olduğu kadar hırçın bir çocuk olan Mehmed’in eğitilmesi kolay olmadı. Sonunda babası heybetli ve otoriter bir alim olan Molla Gürani’yi görevlendirdi. Anlatılana göre Murad, Gürani’ye bir değnek vermiş ve Mehmed itaatsizlik ederse kullanmasını söylemişti. Molla Gürani Mehmed’e, dersini dikkate almayan bir öğrencinin hocası tarafından dövülmesi ile ilgili edebi bir cümleyi inceletmiş, Mehmed durumun ciddiyetini kavrayarak eğitimine önem vermeye başlamıştır.

Şehzade Mehmed’in medrese kökenli hocalarının yanı sıra bilgi edindiği Batılı şahsiyetler de bulunmaktaydı. Saruhan (Manisa) sarayında İtalyan hümanisti Anconalı Ciriaco ve saraydaki başka İtalyanlar onun Avrupa tarihi ile Antik Yunan filozoflarının hayatlarıyla ilgili kitaplar okumasına önayak olmuştu. Bu durum Şehzade Mehmed’e çok-kültürlülük kazandırmıştır. Topkapı Sarayı arşivinde bulunan II. Mehmed’in şehzadelik yıllarına ait olan karalama defterinde Latin harfleri, Arap harfleri, Roma büstlerini andıran insan çizimleri ve Osmanlı figürleri bulunmaktadır.Ayrıca Fatih Sultan Mehmet’in Arapça ve Farsça’nın yanı sıra Latince, Yunanca ve İtalyanca bilmesi bu dönemdeki münasebetlerine dayandırılmaktadır.

Tahta birinci çıkışı

II. Mehmed’in Edirne’de cülus töreni(1451)

II. Murad 1443 yazında Karaman beyi İbrahim’i Anadolu’da yenilgiye uğrattıktan sonra Ekim ayında Edirne’ye döndüğünde János Hunyadi, Macar Kralı Ladislas ve Sırp Despotu Yorgo Brankoviç önderliğinde bir Hristiyan ordusunun Tuna’nın güneyindeki Osmanlı topraklarını istila etmeye başladığı haberini aldı. Aynı dönemde Amasya’dan Şehzade Ali’nin öldüğü haberi geldi.İki ağabeyinin erken yaştaki ölümleri sonucu Mehmed tahtın vârisi oldu. Murad Hristiyan ordusunun 25 Aralık’ta İzladi’de durdurulmasının ardından başlayan müzakereler sırasında Mehmed’i Manisa’dan Edirne’ye getirtti. 12 Haziran 1444’te Edirne’de Macarlarla antlaşma yaptıktan bir ay sonra oğlu Mehmed’i Edirne’de Sadrazam Çandarlı Halil Paşa denetiminde “kaymakam” olarak bırakarak Hamidili topraklarını işgal eden Karamanlıların üzerine yürümek üzere Anadolu’ya geçti ve Karamanlılar’la Yenişehir’de bir anlaşma yaptı. Yenişehir’den ayrıldıktan sonra Ağustos ayında Mihaliç’te yeniçeri ağası Hızır Ağa ve diğer beylere tahttan oğlundan yana resmen çekildiğini duyurdu ve ordusu Edirne’ye dönerken kendisi Bursa’da kaldı.

II. Murad’ın 1444 yazında doğuda ve batıda barışı sağladığını düşünerek tahttan çekilmesi Edirne’de bir otorite boşluğu yaratarak devleti buhrana sürükledi. Dış siyasette ihtiyatlı davranmayı tercih eden Sadrazam Çandarlı Halil Paşa ile Mehmed’in etrafında toplanmış olan Şahabeddin, Zağanos, Turahan paşalar arasında rekabet baş gösterdi.Bu rekabet 1444-1453 yılları arasında Osmanlı Devleti’nde yaşanan başlıca politik gelişmelerin belirleyici etmenlerinden biri olmuştur.Ağustos başında Kral Ladislas’ın Osmanlılarla yapılan barışı geçersiz sayarak yeni bir Haçlı Seferine çıkacağını ilan etmesi başkent Edirne’de paniğe yol açtı ve halk şehri terk etmeye başladı. Konstantinopolis’te Rumların himayesinde olan ve Osmanlı tahtında hak iddia eden Orhan Çelebi de bu dönemde Çatalca yakınlarında İnceğiz’e ve Dobruca’ya geçerek bir isyan girişiminde bulundu. Bu girişim Şahabeddin Paşa tarafından önlendi ve Orhan Çelebi Konstantinopolis’e kaçtı.Aynı dönemde başkentte kendini Hurufilik taraftarlarının elçisi olarak tanıtan bir İranlı halktan epey yandaş toplamıştı. Mehmed de İranlının öğretisine ilgi duymuş ve koruması altına almıştı. Ancak Müfti Fahreddin ve Sadrazam Halil Paşa’nın bu duruma tepki göstermesi üzerine Mehmed çok geçmeden desteğini çekmek zorunda kalmış ve sonunda başkentte bir Hurufi katliamı yaşanmıştı. Fahreddin-i Acemi tarafından “kâfir oldukları” gerekçesiyle Hurufiler’in canlarının alınması gerektiği yolunda bir fetva çıkartılması üzerine Hurufiler diri diri yakılarak öldürülür.Bu sırada şehirde çıkan yangında bedesten ile birlikte 7.000 ev kül olmuştu.

Eylül ayı sonlarında Kral Ladislas önderliğindeki Hristiyan ordusu Tuna’yı aşarak Edirne’ye doğru yürürken bir Venedik filosu da Çanakkale Boğazı’nı kapattı.

Sadrazam Halil Paşa’nın çağrısıyla II. Murad Anadolu Hisarı’nın bulunduğu noktadan Rumeli’ye geçerek Edirne’ye geldi ve 10 Kasım 1444’te Hristiyan ordusunu Varna’da ağır bir yenilgiye uğrattı.Varna Savaşı sırasında ve sonrasında Mehmed tahttan çekilmemişse de fiilen padişah II. Murad’dı. Zağanos ve Şahabeddin paşalar genç padişahın otoritesini güçlendirmek için Mehmed’i Varna Savaşı’na götürmek istemişler ama Sadrazam Halil Paşa buna mani olmuş ve onlara karşı II. Murad’a gerçek padişah muamelesi yapmıştı. Ancak II. Murad savaştan sonra oğlunun konumunu Konstantinopolis’teki Orhan Çelebi’ye karşı zayıflatmamak için fiilî durumu hakiki bir cülus haline getirmeden Manisa’ya çekildi.

Mehmed II ve yılanlı sütun, Hünername 16. yüzyıl

Varna Savaşı’nı betimleyen bir minyatür

 

Murad 1446’nın Mayıs ayında Sadrazam Halil Paşa’nın çağrısıyla bir kere daha Edirne’ye tahtına döndü. Bunun sebebi Mehmed’in Konstantinopolis’e saldırma planları yapıyor olmasıydı. Halil Paşa kendi gücünü zayıflatacağı düşüncesiyle bu saldırıya karşı gelirken Mehmed’in yandaşı olan Zağanos ve Şahabeddin bu planı destekliyordu. Sonunda Halil Paşa bir yeniçeri isyanı düzenleyerek Mehmed ve yandaşlarını iktidardan uzaklaştırdı. Murad’ın yeniden tahta geçmesi üzerine Mehmed, Manisa’ya çekildi, Zağanos Paşa da Balıkesir’e sürgüne gönderildi.

Manisa dönemi

Mehmed’in Manisa’daki ilk yıllarında neler yaptığına dair çok fazla bilgi yoktur. Babasının 1446’da Mora’ya düzenlediği sefere katılmamıştı. 1447 sonlarında ya da 1448 başlarında Arnavut kökenli bir Hristiyan köle olan Gülbahar Hatun’dan ileride padişah olacak Bayezid adında bir oğlu oldu.1448’de Macarlar ile yapılan II. Kosova Savaşı’nda babasına Anadolu birliklerinin önderliğinde eşlik ederek ilk defa bir savaşta yer aldı.17 yaşına geldiğinde Gülbahar Hatun ile birlikteliğini tasvip etmeyen babası tarafından Dulkadir hanedanından Süleyman Bey’in kızı Sitti Hatun ile evlendirildi.

Mehmed, Manisa’da bulunduğu sıralarda oldukça başına buyruk bir biçimde hareket etmişti. Onun rızasıyla Türk korsanları Ege’deki Venediklilere saldırıyordu. Hicri takvimle 852 (1448/1449) yılında Selçuk’ta kendi adına paralar bastırmıştı.1449’un Ağustos veya Eylül ayında annesi vefat etti.1450 yılında babasının İskender Bey üzerine yaptığı Arnavutluk seferine ve başarısızlıkla sonuçlanan Akçahisar Kuşatması’na katıldı.

Tahta ikinci çıkışı

II. Murad, 3 Şubat 1451 günü öldü. Mehmed babasının ölüm haberini Sadrazam Halil Paşa’nın özel ulakla Manisa’ya gönderdiği mektupla aldı. Anlatılana göre “Beni seven ardımdan gelsin!” diyerek atına atlayıp, kuzeye doğru yola çıkmıştı. Mehmed 19 Şubat 1451’de Edirne’de ikinci kez tahta çıktı.[46] Çandarlı Halil Paşa’yı sadrazamlık makamında tuttu, İshak Paşa’yı da Anadolu Beylerbeyi olarak atadı ve babasının cenazesine eşlik etmek üzere Bursa’ya gönderdi. Daha sonra babasının İsfendiyaroğulları beyinin kızından olan sekiz aylık oğlu Küçük Ahmed’i boğdurttu. Bu şekilde kardeş katli yasası da uygulamaya konmuş oldu. Ahmet Çelebi’nin cenazesi de babası Murad’ınkiyle birlikte Bursa’ya gönderildi.

Fatih tarafından yaptırılan Rumeli Hisarı

Mehmed her ne kadar Çandarlı Halil Paşa’yı görevinde bıraktıysa da artık gerçek iktidar kendisiyle birlikte lalaları Şahabeddin Paşa ve Zağanos paşaların başını çektiği savaşçı kesimin eline geçmişti. Mehmed’in amacı Tuna’nın güneyindeki Balkan toprakları ile Fırat’ın batısındaki Anadolu topraklarını alarak büyük dedesi Yıldırım Bayezid’in oluşturmaya çalıştığı merkeziyetçi imparatorluğu kurmaktı. Ancak Bayezid’in aksine bunu yapmak için önce Konstantinopolis’i alması gerektiğini düşünüyordu.Öte yandan gerek batıda ve gerekse de Doğu Roma’da yeni padişah genç yaşı ve tecrübesizliği dolayısıyla ilk başta önemli bir tehdit olarak algılanmamıştı. Bu görüş Mehmed’in 1451’de Venedik, Ceneviz Cumhuriyeti, Macaristan ve Sırp Despotluğu ile babasının yapmış olduğu anlaşmaları yenilemesiyle pekişmişti.Mehmed Doğu Roma’ya da babası dönemindeki dostane ilişkileri devam ettireceğini ve Süleyman Çelebi’nin Konstantinopolis’teki oğlu Orhan için yıllık 300 bin akçe ayırdığını bildirmişti.

Mehmed’in yetersiz bir hükümdar olduğunu düşünen yalnızca Hristiyanlar değildi. Tahta geçmesinin ardından Karamanlılar yerel beylikleri yeniden diriltmek üzere ayaklandılar ve Seydişehir ile Akşehir’i ele geçirdiler. Bunun üzerine 1451’in yazında Mehmed Anadolu’ya geçti ve kısa sürede bu isyanı bastırdı. Bu sırada Mehmed’in Anadolu’da bulunmasını fırsat bilen Doğu Roma İmparatoru Konstantinos ulakları vasıtasıyla Süleyman Çelebi’nin torunu Şehzade Orhan’ın ödeneğinin yapılmadığını, ödeneğin ikiye katlanmaması halinde Orhan’ın Osmanlı tahtında hak iddia etmesine izin vereceği tehdidinde bulundu. Mehmed sorunu çözeceğini söyleyerek elçileri gönderdi ancak Edirne’ye döndükten sonra Orhan için ayrılmış olan gelirlere el koydu ve Konstantinopolis’in ablukaya alınmasını emretti.

Kostantiniyye / İstanbul’un fethi

Fatih’in donanmaya emri ve gemilerin karadan yürütülmesi. Fausto Zonaro’nun eseri

Mehmed kuşatma hazırlıklarına 1451 sonlarında başladı. Boğaz’ın Anadolu yakasında büyük dedesi Bayezid’in yaptırmış olduğu Anadolu Hisarı’nın karşısına o dönemde Boğazkesen adı verilen Rumeli Hisarı’nın inşa emrini verdi. İmparator Konstantinos Mehmed’e hisarın yapımı için kendisinden izin alması gerektiğini bildirmek için elçiler gönderdi ancak Mehmed elçileri kabul etmedi. İmparator en son 1452’nin Haziran ayında barış görüşmeleri için bir kere daha elçilerini gönderdi ancak Mehmed elçileri yine reddetti. Bunun anlamı savaştı. Hisar 1452’nin Ağustos ayında tamamlandı. Böylece boğazın kontrolü Osmanlıların eline geçmiş oldu. Boğazdan geçecek gemiler bundan böyle geçiş parası ödemek zorundaydı. Aksi takdirde gemiler top atışıyla batırılacaktı. 1452 sonlarında ödeme yapmayı reddeden bir Venedik gemisi batırılmış, kaptanı ve tayfası tutuklanmıştı. Söz konusu toplar Erdelli Urban adında bir top dökümcüsü tarafından yapılmıştı. Mehmed kendisinden Konstantinopolis’in surlarını yıkabilecek güçte bir top yapıp yapamayacağını sormuş Urban da “Ne Konstantinopolis, ne de Babil’in surlarının karşı koyabileceği bir top yapabileceğini” söylemişti.

Öte yandan bu gelişmeler karşısında İmparator Konstantinos, Papa ve İtalyan şehirlerinden umutsuzca yardım talebinde bulundu ama bunlar sonuçsuz kaldı. Yalnızca Cenova 1452’nin Kasım ayında yardım göndermeye karar verdi ve Giovanni Giustiniani komutasında 700 asker taşıyan Ceneviz kadırgaları 26 Ocak 1453’te Konstantinopolis’e vardı. İmparator Konstantinos, Giovanni Giustiniani’yi kara kuvvetlerinin başkumadan yaptı.Kostantinopolis’teki asker sayısı 8.000 civarındaydı, limanda 26 savaş gemisi bulunuyordu. Daha evvel 700 İtalyanı taşıyan yedi Girit ve Venedik gemisi Şubat ayında şehirden kaçmıştı. Osmanlı ordusundaki asker sayısı ise en az 50.000 idi. Ayrıca Mehmed yalnızca karadan kuşatmanın yeterli olmayacağını düşünerek bir donanma hazırlatmıştı. Bu donanma bahar aylarında boğazın Marmara girişine vardı.

Osmanlı ordusu 23 Mart’ta Edirne’den hareket etti ve 2 Nisan’da Konstantinopolis’e vardı. Aynı gün Haliç’in girişi zincirle kapatıldı. Karargâhını Romanus kapısının karşısına Maltepe’ye kuran Mehmed son kez teslim çağrısında bulundu ama imparator reddetti.

Fatih’in İstanbul’u fethederken kullandığı kılıcı, Topkapı Müzesi’nde sergilenmektedir.

Benjamin Constant’ın II. Mehmed’in Constantinople’a Girişi İsimli Tablosu Benjamin Constant’ın eseri
6 Nisan sabahı ilk saldırı başladı. Kuşatma, aralıklı çatışmalarla 53 gün sürdü. İmparator Konstantinos, Giustinani ile birlikte Romanus kapısını savunuyordu. Şehzade Orhan da Marmara kıyısındaki kıtalardan birini yönetiyordu. 20 Nisan günü Papa’nın gönderdiği üç Ceneviz gemisi ve Sicilya’dan gelen bir Rum yük gemisi şehrin açıklarında belirdi. Marmara denizinde yapılan savaşın sonunda akşam saatlerinde dört gemi Haliç’e girmeyi başardı. Donanmasını bir şekilde Haliç’e indirmesi gerektiğini anlayan Mehmed gemilerini karadan geçirmeye karar verdi. Bugünkü Dolmabahçe’den Kasımpaşa’ya uzanan güzergaha kalaslar döşendi ve 70 kadar gemi silindirler üstünde 22 Nisan sabahında Haliç’e indirildi. Böylece Haliç’in kontrolü Osmanlıların eline geçti. Öte yandan kuşatmanın yedinci haftasında Osmanlılar hâlâ kesin bir sonuç alamamıştı. Bu noktada Halil Paşa son bir kez Mehmed’i teslim çağrısı yapmaya ikna etti ancak imparator teklifi yine reddetti. Bunun üzerine Mehmed 24 Mayıs’ta ayın 29’unda karadan ve denizden büyük bir saldırı yapacağını duyurdu.
Fatih’in İstanbul’a girişi. Fausto Zonaro’nun eseri

Son saldırı hazırlıklarını Zağanos Paşa düzenledi.Osmanlı ordusu 29 Mayıs’ın ilk saatlerinde taarruza başladı. Osmanlılar son taarruzu üç dalga halinde gerçekleştirdiler. İlk iki saat boyunca başıbozuklar surlara saldırdılar, ardından Anadolu birlikleri onların yerini aldı. Son olarak öldürücü darbeyi vurmak üzere yeniçeriler devreye girdi. Bu sırada yaralanan Giustiniani’nin savaş alanından ayrılması şehri savunanların arasında büyük moral bozukluğuna neden oldu. Nihayet sabah saatlerinde Osmanlı askerleri “Kerkoporta” adlı kapıdan içeri girmeyi başardılar ve kapının üzerindeki burca Osmanlı sancağını diktiler.Mehmed fethin ilk günü öğleden sonra şehre girdi. Ayasofya’ya giderek namaz kıldı ve min-baʿd (bundan sonra) tahtım İstanbul’dur diye buyurdu.

“The ottoman centuries: The rise and fall of the Turkish Empire” ve Atatürk kitabının yazarı Lord Kinross’un İstanbul’un fethiyle ilgili düşünceleri:

“İstanbul’un düşmesi sadece Bizans İmparatorluğu’nun sonunu ve son etkili imparatorun ölümünü belirler.Zira 150 yıldan beri devam edegelen Osmanlı akınlarıyla Bizans’ın bırakacağı boşluk,zaten yavaş yavaş doldurulmuş durumdaydı.Şehrin düşmesinden önce de Avrupa ile Asya birleşitiği bu noktanın hakimi,zaten Osmanlılardı.Bizans’ın o günlerde İslam okyanusu içerisinde bir Hristiyan adacığından farkı kalmamıştı.”

Şehir zorla alınmıştı, bu yüzden dinî hukuka göre yağmalanabilirdi.Yağma üç gün sürdü. İmparator Konstantinos’un akıbeti meçhuldür. Kimi kaynaklar cesedinin bulunamadığını söylerken, Babinger gibi bazı tarihçiler imparatorun cesedinin mor ayakkabılarından teşhis edildiğini yazar. Alphonse Lamartine eserinde imparatorun cesedinin bulunduğunu ve Fatih’in Konstantinos için Hristiyan usulü cenaze töreni düzenlediğini belirtir.Şehzade Orhan ise keşiş kılığında şehri terk etmeye çalışırken yakalanıp idam edildi.

Fatih şehrin ticaret merkezi olan Galata’dan kaçmış olan Rumların ve Cenevizlilerin dönmesini sağladı. Rum Patrikhanesi’nin yeniden açılmasına izin verdi; ayrıca bir Yahudi hahambaşlığı ile bir Ermeni Patrikhanesi kurdurdu. II. Mehmed İstanbul’u, farklı dinlerden insanların bir arada yaşadığı, ticaret ve kültür merkezi olan bir başkent yapmayı amaçladı.

Yeni başkentin kurulması

Fatih’in İstanbul Ortodoks Patrikhanesi lideri II. Gennadios ile görüşmesini betimleyen bir tablo,
1454 Fethin hemen ardından Mehmed şehrin onarımına başladı. Amacı Doğu Roma’yı yıkmak değil onu Osmanlı yapısı içinde diriltmekti. Kuracağı imparatorluk bir İslâm devleti olmakla birlikte Doğu Roma gibi kozmopolit bir yapıya sahip olacaktı.

Fatih, Rum Ortodoks Patrikhanesi, Ermeni Patrikhanesi ve Yahudi hahambaşı bulunmasına izin verdi. 6 Ocak 1454’te Yorgo Skolaris’i yeni Ortodoks patriği olarak atadı. Ayasofya camiye çevrildiğinden Patrikliğe resmî makam yeri olarak Havariyun Kilisesi verildi. Şehirdeki Yahudilerin hahambaşı olarak Moşe Kapsali atadı. 1461 yılında ise Bursa Psikoposu Hovakim İstanbul Ermeni Patriği olarak atandı.

Mehmed Theodosius Forumu’nun olduğu yerde ilk sarayının inşasını başlattı. Daha sonraki yıllarda ise Sarayburnu’nda Topkapı Sarayı’nı inşa ettirdi.

Çandarlı Halil Paşa’nın idamı

Fatih, ilk tahta geçtiğinde ve İstanbul’un fethi sırasında sergilediği tutumlar nedeniyle, Çandarlı Halil Paşa’yı 10 Temmuz 1453 tarihinde Edirne’de idam ettirdi. Bazı kaynaklara göre Çandarlı Fatih’i sabırsız ve deneyimsiz buluyordu. Bu olay ile Fatih otoritesini pekiştirmiş oldu ve herkes genç hakana boyun eğdi.

Çandarlı Halil Paşa fetihten sonra idamına giden süreçte Yedikule’de Altın Kapı’da kırk gün hapis edildi. 10 Temmuz’da gözlerine mil çekildi ve daha sonra idam edildi. Boyun eğeceği yerde Hakan’a dik baktığı iddia edilir. Daha sonra oğlu İbrahim Paşa tarafından İznik’e götürülüp türbesine gömüldü. Çandarlı Halil Paşa, idam edilen ilk Osmanlı sadrazamıdır.

Yeni fetihler

Belgrad Savaşı (Macaristan’da: Nándorfehérvár) 1456. Hünername 1584

İstanbul’un fethinden sonra Osmanlılara bağlılığını bildiren ve ele geçirdiği bazı kaleleri geri veren Sırplar, Macarlar ile iş birliği yaparak yeniden düşmanlıklarını göstermeye başlamışlardı. Bunun üzerine 1454 -1457 arasında üç kez peşpeşe Sırbistan’a sefer düzenlendi. Belgrad dışındaki bütün Sırp toprakları ele geçirildi.

Sırp Kralı Bronkoviç’in ölümüyle başlayan taht mücadelelerinden faydalanan Osmanlılar, Sırpları vergiye bağladılar. Taht kavgalarının yeniden alevlenmesi üzerine, Mora seferinde bulunan Fatih, Sırp meselesine son verilmesini emretti. Mahmud Paşa, 1459’da başkentleri Semendire’yi ele geçirilerek Semendire Sancakbeyliği’ni oluşturdu. Böylece Sırbistan’da 350 yıl sürecek Osmanlı hâkimiyeti başlamış oldu.

İstanbul’un fethinden sonra Bizans İmparatoru XI. Konstantinos’un kardeşleri, rakipleri Kantakuzen ailesine karşı Mora’da, Osmanlıların yardımını istemişlerdi. Turahanoğlu Ömer Bey, akıncıları ile duruma müdahale etti ve muhalifler bertaraf edildi. Fakat bu sefer iki kardeş arasında mücadele başlamıştı. Bölge ülkelerinin Mora’yı istilâ niyetlerini bilen Fatih 1458’de harekete geçti. Korent’i ele geçiren Fatih, Mora’nın bir kısmını merkeze bağlayarak, burada bir sancak oluşturdu. Atina ve diğer bölgeler ise Osmanlı yönetimini kabul etti. Kardeşi Dimitrios’a karşı Arnavutların desteğini alan Thomas’ın Osmanlılarla yapılan anlaşmayı bozması üzerine 2.kez Mora’ya sefer düzenlendi. Thomas, Papa’nın yanına kaçmak zorunda kaldı. Bölgeye çok sayıda Türk yerleştirildi. Venedikliler bölge halkını Osmanlılara karşı ayaklandırmaya çalışıyorlardı. Ancak bunda başarı kazanamayan Venedik, Osmanlı kuvvetleri tarafından bozguna uğratıldı (1465).

Fatih Sultan Mehmet 1477’de Kırım Hanlığı’nı Osmanlı Devleti’nin egemenliği altına aldı. Candaroğulları’nın elindeki Sinop’u aldı.

Cenevizlilerin önemli üslerinden Amasra’yı aldı. 1479’da bir antlaşma yaparak Venedik’le 16 yıllık savaşa sona verdi. Venedik Arnavutluk’taki kaleleri Osmanlılara bıraktı, karşılığında Mora’daki bazı iskelelerden yararlanma hakkı elde etti. Fatih Venedik’le anlaşmaya varınca, İtalya’nın öteki önemli kent devletlerine savaş açtı. 1480’de İtalya’nın güneyindeki Otranto limanını ele geçirdi. Otranto, Roma’ya giden yolda bir köprübaşı olduğu için bu olay Avrupa’da büyük yankı uyandırdı.

Bosna-Hersek seferleri ve Bosnalıların Müslüman oluşu

II. Mehmed’i gül koklarken tasvir eden minyatür. Nakkaş Sinan Bey’in eseridir.

Osmanlılara vergi yoluyla bağlı olan Bosna Kralının, anlaşmalara riayet etmemesi üzerine Üsküp’ten harekete geçen Fatih, Sadrazam Mahmud Paşa ve Turahanoğlu Ömer Bey’e Bosna’nın tamamen fethedilmesi emrini vermişti. 1463 yılındaki seferle Bosna Kralı Osmanlı hâkimiyetini yeniden tanıdı. Ancak şeyhülislamın da fetvasıyla sonra öldürüldü ve bu topraklarda Bosna Sancakbeyliği oluşturuldu. Fakat ordunun İstanbul’a dönmesi üzerine aynı yıl, Macar kralı Bosna’ya girdi.

İkinci kez düzenlenen seferle Osmanlılar, Yayçe dışındaki bütün kale ve şehirleri yeniden ele geçirdiler. Bosna seferleri esnasında Hersek Kralı Stefan da ülkesinin bir kısım toprağının Osmanlılara doğrudan bağlanması şartıyla tahtında bırakılmıştı. Ancak 1483 yılında Hersek tamamen Osmanlı toprağı hâline gelecektir. Fatih, Bosna’yı Osmanlı topraklarına kattığı zaman “Bogomil” mezhebindeki Bosnalılara çok iyi davranmıştı. Hem Katolik hem de Ortodoksların kendi kiliselerine almak için baskı yaptıkları Bogomiller bu sebeple Osmanlı yönetimine sıcak bakmışlar ve kendilerine sağlanan din ve vicdan hürriyetinden etkilenerek zamanla Müslüman olmuşlardı. Bu Müslüman Bosnalılara “Boşnak” denilmektedir.

Fatih devrinde Osmanlıların karada en güçlü komşusu ve rakibi Macarlar, denizde ise Venedik idi. Macarlar bu dönemde tek başlarına Osmanlılarla baş edemeyeceklerini bildiğinden, doğrudan bir savaşı göze alamamış, Fatih de tabiî sınır olan Tuna’yı geçmeyi düşünmemiştir. Ancak akıncılar vasıtasıyla, Macaristan’a güvenliğin sağlanmasına yönelik yüzlerce başarılı akın düzenlenmiştir. Keza Venedik Cumhuriyeti de Osmanlılarla doğrudan karşılaşmaktansa Balkanlardaki diğer devletleri kışkırtmayı yeğ tutmuştur. Güçlü donanmasıyla Mora ve Ege’deki adalara sahip olmak isteyen Venedik, Osmanlılar karşısında istediği sonucu alamamış, aksine pek çok ada ve kıyı kaleleri Osmanlıların eline geçmiştir.

Fatih’in Bosna Fransiskanları’nın özgürlüğü ile ilgili fermanı:

“Ben, Sultan II. Mehmed Han,bundan böyle bütün Dünya’ya ilân ediyorum ki,
Bosna Fransiskanları bu ferman ile benim korumam altındadır.
Ve emrediyorum ki:
Kimse bu insanlara veya kiliselerine zarar vermeyecek!
Devletimde barış içinde yaşayacaklar.
Göçmen haline gelmiş bu insanlar, güvende ve özgür olacaklar.
Devletim sınırları içerisinde olan manastırlarına geri dönebilirler.
Devletimden hiçbir önemli kimse, vezirler, kâtipler veya hizmetkârlar onların izzetlerini kıracak ya da onlara zarar verecek bir şey yapmayacaklar!
Kimse onlara hakaret etmeyecek, tehlikeye atmayacak ya da kendilerine veya mallarına veya kiliselerine saldırmayacak!
Ayrıca, bu insanların kendi memleketlerinden getirdikleri şeyler ve kimseler de aynı haklara sahiptir…
Bu fermanı buyurarak, gökleri ve yeri yaratan Allah’ın ve onun Resûlünün ve ondan önceki 124,000 peygamberlerin adına kılıcım üzerine yemin ederim ki; hiçbir vatandaşım bu fermanın aksine hareket etmeyecek!”

Eflak ve Boğdan seferleri

II. Mehmed’i tasvir eden minyatür.

Yıldırım Bayezid zamanında vergiye bağlanan Eflâk Prensliği’nin başına Fatih tarafından III. Vlad (Kazıklı Voyvoda) getirilmişti.(1456) Osmanlılara bağlı görünen Vlad aslında gizliden gizliye düşmanlık ediyordu. Vlad’ın Fatih’in elçilerini kazığa oturtarak öldürmesi üzerine 1462 yılında Fatih, Eflak’a bir sefer düzenledi. Boğdan’dan da yardım alan Osmanlı kuvvetleri Voyvoda’yı uzun süre takip etti. Neticede, sığındığı Macarların, Osmanlılarla yaptığı anlaşma üzerine Vlad’ı esir etmeleri ile mesele çözüldü. Fatih voyvodalığa Radul’u getirdi ve Eflâk bir Osmanlı eyaleti hâline geldi.

1455’ten itibaren Osmanlı Hâkimiyetini tanıyan Boğdan Prensliği’nin Kefe’nin fethinden sonra izlediği düşmanca siyaset üzerine Osmanlı kuvvetleri 1475 yılında Racova Savaşında yenilmesine rağmen 1476’da Boğdan’a girdi. Fatih’in bizzat başında olduğu Osmanlı kuvvetleri Boğdan ordusunu büyük bir bozguna uğrattı. Böylece Boğdan da yeniden Osmanlı hâkimiyetini tanımış oldu. Kesik başı II. Mehmed’e teslim edilen Kazıklı Voyvoda’nın mezarının yeri bilinmemektedir.

Arnavutluk seferleri

Fatih Sultan Mehmet ile aynı sarayda yetişen ve sonra papalık ve Napoli Krallığının desteği ile harekete geçen Arnavutluk hâkimi İskender Bey, vurkaç taktiği ile Osmanlı kuvvetlerine baskınlar düzenlemekteydi. Bunun üzerine Fatih, bizzat sefere çıkmaya karar verdi. 1465 yılında gerçekleşen I. seferde, İlbasan Kalesi’ni yaptırıp, içine asker yerleştiren Fatih, Balaban Paşa’yı bölge için görevlendirerek, geri döndü. Ancak, Papa ve diğer devletlerden aldığı kuvvetlerle Türklere saldıran İskender Bey, Balaban Paşa’yı şehit etti ve İlbasan kalesi’ni kuşattı. Bunun üzerine Fatih II. Arnavutluk Seferine çıktı (1467). Ele geçirilen topraklarda yeni garnizonlar oluşturuldu. Bu sırada İskender Bey ölmüş ve yerine oğlu Gjon Kastrioti II geçmişti. Fatih başlattığı 3. Arnavutluk seferinde Arnavutların elinde kalmış olan Kroya ve İşkodra kuşatıldı. 1479’da Arnavutluk da bir Osmanlı vilayeti durumuna geldi.

Trabzon İmparatorluğu’nun yıkılışı

1461’de Trabzon İmparatorluğu’nun başkenti Trabzon’u ele geçirdi ve bu devletin varlığına son verdi. 1462’de yeniden Rumeli seferine çıktı. Eflâk’ı Osmanlı Devleti’ne bağladı ve 1463’te Bosna’yı tamamen ele geçirdi. Aynı yıl Ege Denizi’ndeki Midilli Adası’nı alınca Venedikliler’le arası açıldı. Bu olay, 1479’a kadar sürecek olan savaşın da başlangıcı oldu. Fatih’in Ege’de fethettiği adalar; Taşoz, Eğriboz, Limni, Semadirek, Gökçeada, Midilli ve Tenedos’dur. 1465’te Hersek’in büyük bölümünü, 1466’da da Arnavutluk’taki bazı kaleleri fethetti.

Fatih’e karşı Karamanoğulları ve Akkoyunlular ittifakı

Osmanlı Devleti’nin gelişen bu gücü karşısında Karamanoğulları, Doğu Anadolu’daki Akkoyunlular’la ittifak kurdu.

Fatih, 1466’da yeni bir Anadolu seferine çıktı. Karamanoğullarının başkenti Konya’yı ele geçirdi. Ama İstanbul’a dönünce Karamanoğulları, Osmanlılara geçen yerleri geri aldılar. Sonradan sadrazam olacak olan Gedik Ahmed Paşa 1471’de Karamanoğullarını bir kez daha yenilgiye uğrattı. Akkoyunlular, Karamanoğullarını desteklemeye devam ettiler. 11 Ağustos 1473’te Otlukbeli Savaşı’nda Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ı ağır bir yenilgiye uğrattı. Ertesi yıl da Karamanoğulları Beyliği’ni tamamen ortadan kaldırdı.

Yenilikleri ve kanunnameleri

II. Mehmed’in Bertoldo di Giovanni tarafından yapılmış bir bronz madalyonu, 1480.

Fatih, askeri başarılarla Osmanlı Devleti’ni büyük bir imparatorluğa dönüştürdü. Bilime, tarihe ve felsefeye özel ilgi gösterdi. Türkçeden başka Arapça, Farsça, Latince ve Yunanca kitaplardan oluşan özel bir kütüphanesi vardı. Avni takma adıyla şiirler yazdı. Şiirleri Fatih Divanı (1944), Fatih’in Şiirleri (1946), Fatih ve Şiirleri (1959) gibi adlar altında basıldı. Bilim adamlarını ve edebiyatçıları destekleyen Fatih, nesir ustası Sinan Paşa ile şair Ahmed Paşa’yı vezirliğe kadar yükseltti. Ünlü matematikçi ve astronomi bilgini Ali Kuşçu’nun İstanbul’da kalmasını sağladı. Fatih, İtalyan ressam Gentile Bellini’yi 1479’da İstanbul’a getirterek resimlerini yaptırdı.

Fatih, Osmanlı Devleti’ne düzenli ve sürekli bir yapı kazandırmak için önemli düzenlemeler yaptı. Yönetim, maliye ve hukuk alanında koyduğu kuralları içeren Fatih Kanunnamesi, sonraki dönemde de yürürlükte kaldı. Bu kanunname, tahta çıkan padişaha devletin geleceği (nizâm-ı âlem) için kardeşlerini öldürme hakkı veriyordu.Fatih’in Osmanlı devlet düzenine ilişkin temel ilkelerin pek çoğu, Tanzimat dönemine kadar geçerliliğini korudu. Fatih’in saltanatı döneminde Osmanlı ülkesinde 500’den fazla mimari yapı yapıldı. Onun adına yapılan en önemli yapı, İstanbul’da bir cami ile medrese, kitaplık, imarethane (aşevi), darüşşifa (hastane), hamam, kervansaray gibi birimleri kapsayan Fatih Külliyesi’dir.

Eğitim ve kültür

Fatih Sultan Mehmet’in tarihteki en önemli yanlarından birisi de eğitime verdiği önem olmuştur. Üniversite anlamında Osmanlı tarihinde ve dünya tarihinde bilinen en eski eğitim kurumlarından olan Sahn-ı Seman’ı kurmuştur. Sahn-i Seman İstanbul’un ilk Türk yükseköğretim kurumudur. Sahn-ı Seman medreseleri Fatih Külliyesi içindeki en yüksek düzeyli medreseler idiler. Sahn-ı Semân’ın eğitim müfredatının hazırlayıcılarından biri çağın önemli bilim adamı Ali Kuşçu’dur. Medreselerde Ali Kuşçu tarafından düzenlenen bir okutma planının olduğu, hatta bunun “Kânûnnâme” şeklinde yapıldığı bilinmekle birlikte, bugüne kadar incelemesi yapılan Osmanlı arşiv belgeleri arasında ele geçirilememiştir. Bu kanunnamenin aslının 1918 yılında külliyede çıkan yangınla yok olması da olasıdır. Sahn-ı Semân, Kanuni tarafından açılan Süleymaniye Medreseleri zamanına kadar nakli ve akli bilimlerde öğrenci yetiştirmekteydi. Kanuni devrinde bu medreseler şer’î ilimler ihtisası yapılan medreseler olmuşlar, Süleymaniye Medreseleri de aklî ilimlerin ihtisas yeri olmuştur.

Ali Kuşçu, Fatih tarafından astronomi eğitimi için Semerkant’a gönderilmiş ve daha sonra 1570’te Takiyuddin tarafından Tophane’de kurulacak gözlemevinin ilk çalışmalarını yapmıştır.

Ölümü

II. Mehmed vefat ettiğinde Osmanlı sınırları (1481)

Fatih 1481’de, Anadolu’ya doğru yeni bir sefere çıktı. Ama daha yolun başında hastalandı ve 3 Mayıs 1481’de Gebze yakınlarındaki Hünkar Çayırı’ndaki ordugâhında öldü. Gut hastalığından öldüğü sanılmakla birlikte, zehirlendiği de rivayet edilir. Fatih öldükten sonra vefatı saklandı. Padişahın hamam ihtiyacı var denilerek gizlice cenazesi saraya getirildi. O sırada Şehzade Bayezid’e ve Şehzade Cem’e ulak gönderildi. O sırada asker Fatih’in öldüğünü öğrenip İstanbul’a gelip büyük bir anarşi başladı. Karamanlı Mehmed Paşa Cem taraftarı olduğu için idam edildi. Her taraf yağmalanmaya başladı. Gayrimüslim tüccarların evlerine ve dükkanlarına saldırıldı. O arada herkes kendi taraftarını tahta çıkarmak için uğraşırken Fatih’in cenazesi sarayda karanlık bir odada unutuldu. Baltacılar kethüdası Kasım isimli bir kişinin II. Bayezid’e yazdığı mektupta sarayda cenazenin yanına gittiğinde 3 gün 3 gece üzerine mum yanmadığını, cesedin kokusundan yanına zor varıldığını söyler. Daha sonra tahnit ustasıyla beraber iç organları çıkarılmış ceset tahnit edilmiş. Cesedi tahnit edebilmek için elbiselerinin çıkarılması gerekiyordu. Lakin mevsimin sıcak olması dolayısıyla ceset bozulduğu için elbise cesede yapışmıştı. Bu yüzden sol kolunun üzerinden elbise kesildi ve tahnit edildi. Kesik elbise bugün hale Topkapı Sarayı’ndadır. II. Bayezid payitahta gelene kadar o şekilde bekletilmiş. Ölümünden sonra oğlu Bayezid tahta çıktı. Fatih Camii’ndeki türbesinde yatmaktadır. Seferi nereye düzenlediği tam olarak bilinmemektedir. Zira Fatih bu bilgiyi seferin güvenliği açısından çok gizli tutuyor ve kimseye söylemiyordu. Ancak tarihçiler seferin Mısır’a ya da Roma’ya (Papalık) olacağı yönünde tahminler yürütmektedir. Ama başka kitaplar ve tarihçiler ise farklı yerlere fetih düzenleyeceği görüşündeydi. Birlikleri Üsküdar’da topladığı ve hazırlıkları başlattığı için seferin İtalya’ya olma olasılığı günümüz tarihçileri tarafından makul bulunmamaktadır.

Eğitim Hayatı

Türkiye Cumhuriyeti’nde ilk ve tek padişah resminin yer aldığı 1000 lira (1986-1992)

Fatih Sultan Mehmet çocukluğundan itibaren yoğun bir İslami ve ilmi eğitim aldı. Kendisinden önceki altı padişah gibi o da askeri hususlarda bilgi ve tekniğe sahipti. Fatih Sultan Mehmet, birçok tarihçi tarafından bir Rönesans hükümdarı olarak tanımlanmaktadır.Fatih, İtalya ve İtalyan kültürünü tanıyan nadir bir doğu hükümdarıydı. Sultan Mehmed’in yanında bulundurduğu Rum tarihçi Kritvulos, onun kendi anadili olan Osmanlı Türkçesi dışında Arapça, Farsça, İbranice, Keldanice, Slavca, İtalyanca, Yunanca ve Latince bildiğini ifade etmektedir.Fatih’in özellikle İstanbul’un fethinden sonra zengin bir kütüphanesi vardı ve binlerce ciltlik kitaba sahipti. Antik tarihe meraklı olan padişah, Pulutarque’nin Geographia isimli eserini Yunanca’dan Türkçeye çevirerek coğrafi bilimlere olan ilgisini göstermiştir. Fatih’in sarayında Yunanca ve İtalyanca bilen iki katip bulunuyor ve padişaha eskiçağ tarihiyle ilgili bilgiler veriyordu. Mitolojiyle ilgilenen Fatih, Homeros’un meşhur İlyada Destanı’nın kopyasını hazırlatmıştı.Fatih’in yanında bulunan İtalyan nedimesi ona Antik Yunanistan’daki düşünürlerin ve Romalı tarihçilerin eserlerini okutmuştu. Fatih papaların, imparatorların, Fransa krallarının, Büyük İskender’in Lombardların vekayinamelerini okumuştu.Bizanslı aydın Gregorios Phrantezes, Fatih’in Büyük İskender, Roma imparatoru Augustus, Bizans imparatoru Büyük Konstantin ve Theodosios gibi şahsiyetlere karşı hayranlık beslediğini söyler.Ayrıca Fatih ateşli silahlara karşı yoğun ilgi göstermiş, tarihteki ilk havan topu olduğu bilinen şahinin çizimlerini bizzat kendisi yapmıştır. Divan edebiyatında Fatih Sultan Mehmet, Avni mahlasıyla şiirler yazmıştır. Yine padişah, huzurunda felsefi tartışmalar yaptırıyordu. Ali Kuşçu, Georgios Trapezuntios ve Hocazade gibi devrin büyük zekalarını korumuş, Hristiyan bilim adamları ve sanatkarları sarayına davet etmiş, onlara iltifat ve ikramlarda bulunmuştur. Fatih ayrıca İtalyan ressam Gentile Bellini’ye kendi hususi resmi olmak üzere çeşitli portreler ve heykeller yaptırmıştır. Hristiyanlığı yakından tanımak isteyen Fatih, İstanbul Ortodoks Kilisesine patrik olarak atadığı Gennadios ile Hristiyanlık akaidi üzerine müzakereye girişmiş ve bu müzakerenin yazılmasını istemişti. (Gennadios İtikadnamesi) Hatta bu durum Avrupa’da Fatih’in Hristiyanlığa meylettiği şeklinde yorumlanmış ve Papa II. Pius padişahı Hristiyanlığa davet eden bir mektup kaleme almıştı.Tarihçi İlber Ortaylı bu konuyla ilgili olarak Fatih’in şüphesiz itikadı olduğunu fakat sofu derecesinde koyu bir Müslüman olmadığını belirtmiştir.

Ailesi

Eşleri

  1. Emine Gül-Bahar Hatun – II. Bayezid ile Akkoyunlulara gelin giden Gevherhan Sultan’ın annesidir.
  2. Helena Hatun – Mora Despotu olan Demetrus’un kızıdır.
  3. Alexias Hatun – Bizans prenseslerindendir.
  4. Gülşah Hatun – Karamanoğulları Beyliği’nden İbrahim Bey’in kızı, Karaman Sancakbeyi Şehzade Mustafa’ nın annesidir.
  5. Sitti Mükrime Hatun – Dulkadiroğlu Süleyman Bey’in kızı.
  6. Çiçek Hatun – Türkmen Beyi kızı veya cariye Cem Sultan’ın annesidir.
  7. Anna Hatun – Trabzon İmparatoru’nun kızıdır. Evlilikleri kısa sürmüştür.
  8. Hatice Hatun – Zağanos Paşa’nın kızıdır. Fatih boşamıştır.

Erkek çocukları

  1. II. Bayezid
  2. Mustafa
  3. Cem Sultan

Kız çocukları

  1. Gevherhan Hatun, Akkoyunlu Uzun Hasan’ın oğlu Uğurlu Mehmet Bey ile evlendi.

Notlar

  • İslam peygamberi Muhammed, İstanbul’un fethi mevzuunda, İstanbul mutlaka fetholunacaktır. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden asker ne güzel askerdir demiştir.Fatih bu mevkiye ulaşabilmek için çok çaba sarf etmiştir. Bir sözünde Ya ben İstanbul’u alırım, ya İstanbul beni demiştir.

Popüler kültürde II. Mehmed

  • Ahmet Ümit’in Sultanı Öldürmek adlı romanı, Fatih’in kişilik yapısı, psikolojik durumu ve şüpheli ölümü üzerine yoğunlaşmaktadır.
  • Nedim Gürsel’in Boğazkesen romanı İstanbul’un Fethi’ni konu almaktadır.
  • 1997 yapımı Kuşatma Altında Aşk filmi, İstanbul’un Fethi’ni arka planda kullanmaktadır.
  • Ahmet Almaz’ın Fatih Sultan Mehmed Nasıl Öldürüldü? isimli kitabında Fatih’in ölümü ile ilgili bazı iddialar değerlendirilmektedir.
  • Yazar Turan Oflazoğlu’nun Bizans Düştü Fatih adlı oyununda İstanbul’un Fethi anlatılmaktadır.
  • Yazar Beyazıt Akman’ın Dünyanın İlk Günü adlı romanında İstanbul’un Fethi anlatılmaktadır.
  • Yazar Okay Tiryakioğlu Kuşatma 1453 adlı romanında, İstanbul’un Fethi ve II. Mehmed’in öyküsünü sürükleyici bir kurgu ve zengin tarihsel verilerle anlatmaktadır.
  • Fetih 1453, 2009 yapımı Faruk Aksoy filmidir. Bu film İstanbul’un Fethi’ni anlatmaktadır. Filmde II. Mehmed’i Devrim Evin canlandırmıştır.
  • Fatih adlı dizi 2013 yapımıdır. II. Mehmed’i Mehmet Akif Alakurt canlandırmıştır.
  • Osmanlı Tokadı adlı dizi 2013 yapımıdır. II. Mehmed’i İsmail Hacıoğlu canlandırmıştır.
  • Mehmed: Bir Cihan Fatihi adlı dizi 2018 yapımıdır. II. Mehmed’i Kenan İmirzalıoğlu canlandırmıştır.

Mirası

İstanbul’un Fatih ilçesindeki Fatih Parkı’nda yer alan II. Mehmed Heykeli.

İstanbul Boğazı üzerinde Fatih’in anısına inşa edilen Fatih Sultan Mehmet Köprüsü 3 Temmuz 1988’de kullanıma açılmıştır.İstanbul’un Fatih ilçesindeki Fatih Parkı’nda II. Mehmed’in bir heykeli bulunmaktadır.

 

 

II. Mehmed
Keyser-i Rûm
Sultan
Ebu’l Feth
Gentile Bellini 003.jpg

II. Mehmed’in İtalyan ressam Gentile Bellini’ye yaptırdığı 1479 tarihli portre
7. Osmanlı Padişahı
Hüküm süresi Ağustos 1444 – Eylül 1446
(I. dönem)
Önce gelen II. Murad
Sonra gelen II. Murad

Hüküm süresi 3 Şubat 1451–3 Mayıs 1481
(II. dönem)
Önce gelen II. Murad
Sonra gelen II. Bayezid
Eş(leri) Emine Gülbahar Hatun
Gülşah Hatun
Hatice Hatun
Sitti Mükrime Hatun
Çiçek Hatun
Çocukları II. Bayezid
Şehzade Mustafa
Cem Sultan
Gevherhan Sultan
Tam ismi
Mehmed bin Murad
Hanedan Osmanlı Hanedanı
Babası II. Murad
Annesi Hüma Hatun
Doğum 30 Mart 1432
Edirne, Rumeli Eyaleti, Osmanlı İmparatorluğu
Ölüm 3 Mayıs 1481 (49 yaşında)
Hünkârçayırı, Gebze, Osmanlı İmparatorluğu
Defin 22 Mayıs 1481
Fatih Camii, İstanbul, Türkiye
Dini İslam
İmza

 

 


Kaynak: Vikipedia
Yasal Uyarı: Bu içerikte yer alan bilgi, görsel, tablolar, açıklama, yorum, analiz ve bir bütün olarak içeriğin tamamı sadece genel bilgilendirme amacıyla verilmiştir. Kişi veya kuruma özel profesyonel bir bilgilendirme ve yönlendirmede bulunma amacı güdülmemiştir. Konu ile benzerlik gösterse de her işletmenin kendi özel şartları nedeniyle farklı durumları olabilir. Bu nedenle, bu yazıda belirtilen içerikte yola çıkarak işletmenizi etkileyecek herhangi bir karar alıp uygulamaya geçmeden önce, uzmanına danışmanız menfaatiniz gereğidir. Muhasebenews veya ilişkili olduğu kişi veya kurumlardan hiç biri, bu belgede yer alan bilgi, tablo, görsel, görüş ve diğer türdeki tüm içeriklerin özel veya resmi, gerçek veya tüzel kişi, kurum ve organizasyonlar tarafından kullanılması sonucunda ortaya çıkabilecek zarar veya ziyandan sorumlu değildir.


 

]]>
https://www.muhasebenews.com/fatih-sultan-mehmet/feed/ 0
Kıbrıs’taki Osmanlı Vakıfları ve Muhasebe Kayıtları – (Makale) https://www.muhasebenews.com/kibristaki-osmanli-vakiflari-ve-muhasebe-kayitlari-makale/ https://www.muhasebenews.com/kibristaki-osmanli-vakiflari-ve-muhasebe-kayitlari-makale/#respond Thu, 25 Apr 2019 08:17:43 +0000 https://www.muhasebenews.com/?p=55639 Kıbrıs’taki Osmanlı Vakıfları ve Muhasebe Kayıtları(*) 

Prof. Dr. Oktay Güvemli
Marmara Üniversitesi, E. Öğr. Üyesi

Niyazi Akman
KKTC – Sertifikalı Kamu Muhasebecileri Birliği

 

Özet

Türkler’in Anadolu’ya gelmelerinden sonra Türk – İslam geleneği doğrultusunda oluşturmaya başladıkları vakıflar, Osmanlı İmparatorluğu’nun ( 1299- 1922) yaşamı boyunca tüm imparatorluk topraklarında sosyal ve ekonomik hayatta etkili olmuştur. Bu arada 1571-1878 yılları arasında da Kıbrıs’ta da bir çok vakfın kurulduğu gözlenmektedir. Osmanlı, vakıfların faaliyetlerinin sosyal amaçlarına uygunluğunu sürekli kontrol etmek  ihtiyacını duymuştur. Gelirlerin vakıf senedinde öngörülen yerlerde kullanılıp, kullanılmadığının tespiti amacı ile yapılan bu kontrolün, gelir ve giderlerin ayrıntılı hesap durumunu içeren yıllık raporlarla yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu raporlar, mütevelli heyet sorumluluğunda muhasebeciler tarafından hazırlanıyordu. Hazırlanan raporlar kadılar tarafından değerlendiriliyordu. Devlet büyüklerinin Kıbrıs’taki vakıflarının raporlarının ise, İstanbul’da merkezi yönetim içinde yer alan Vakıflar İdaresi’ne geldiği ve orada değerlendirildiği bilinmektedir.

Osmanlı devlet muhasebesinde merdiven yöntemi ( stair method) denilen bir yöntem kullanılıyordu.Bu yöntem Abbasiler’de (750-1258) doğmuş, Hulagu Han’ın Abbasi devletine son vermesi ile İlhanlılar’a (1256-1353)geçmiş ve onlardan da Osmanlılar alarak, çift yanlı kayıt yöntemine geçtikleri 1879 yılına kadar kullanmışlardır.

Vakıflar devlet kontrolünde faaliyetlerini sürdürdükleri için, devlet muhasebesi olan yeterli düzeyde olmasa da bu yöntemi kullanmışlar ve yıllık raporlarını bu yöntemden yararlanarak hazırlamışlardır. Kıbrıs’ta bugün, Lefkoşa’daki Vakıflar Kütüphanesi ile merdiven yöntemini kullanmışlardır. Kıbrıs’taki vakıflar ve Anadolu’daki vakıflar çok Girne’deki Milli Arşiv’de merdiven yöntemi ile tutulmuş binlerce vakıf muhasebe defteri bulunmaktadır. Ama bir kısım defterlerin de basit muhasebe yöntemi ile tutulduğu gözlenmektedir. Bu durumun, Kıbrıs ve Anadolu’daki muhasebecileri bu yöntemi yeterince bilememelerinden kaynaklandığı bilinmektedir.


(*) Bu bildiri, 19-22 Haziran 2013 tarihlerinde İstanbul’da organize edilen III. Balkanlar ve Ortadoğu Ülkeleri Muhasebe ve Muhasebe Tarihi Konferansı’nda sunulmuştur.


 

Kıbrıs’ın İngiliz kontroluna geçtiği 1878 yılından sonra, mevcut vakıflar varlıklarını korumuşlardır.   Vakıfların İngiliz kontrolünde olduğu yıllarda ve özellikle XIX. yüzyılın son yılları ile yüzyılın başlarında vakıfların faaliyet raporlarında üç husus göze çarpmaktadır. Bunlardan birincisi, vakıf mali raporlarının çift yanlı kayıt yönteminden yararlanılarak hazırlanmakta oluşudur. Bu özellik Kıbrıs’ın çift yanlı kayıt yönteminde öncülük yaptığını ortaya koymaktadır. İkincisi vakıfların Magosa, Lefkoşe, Limosol ve Larnaka bölgeleri esas alınarak kümelendirilmeleri ve bu dört bölge esasına göre vakıfların tüm Kıbrıs için konsolide mali tablolarının hazırlanmakta oluşudur. Bu tablolarda dört bölgenin gelirlerinin ayrı ayrı, ama giderleri birlikte gösterildiği dikkati çekmektedir. Üçüncü husus ise bu konsolide mali tabloların ya da ihtiyaca göre yıl içinde düzenlenen bölge ya da konsolide mali tablaların Kıbrıs resmi gazetesi olan The Cyprus Gazette’de yayınlanmış olmasıdır. Bu durum kuşkusuz Osmanlı’nın her vakfı ayrı değerlendirmesi ve izlemesi kuralına uymuyordu. Ama bir yenilik idi. Ve ülke ekonomisi içinde vakıfların durumunu değelendirme imkanı veriyordu.

Bu açıdan söylenmesi gereken bir başka husus, İngiliz  kontrolundaki adada vakıfların işlevlerini geleneksel kurallara göre sürdürebilmelerini temin için Osmanlı’nın vakıf idaresinden deneyimli üst düzey bir muhasebeciyi adada vakıfların üst düzey yetkilisi olarak görevlendirmesidir. Bu kişi hem vakıfların kontrolunu yapıyor ve hem de İngiliz idaresi ile vakıflar arasındaki ilişkileri yürütüyordu. Bu kişi, konsolide mali tabloları Türk vakıf delegesi unvanı ile imzalıyordu. XIX. Yüzyıl sonlarında bu görevi Kıbrıs’ta Mehmet Sıdık Efendi sürdürmüş ve İngilizlerin vakıf düzenine saygı göstermesini temin ederek görevini başarı ile yerine getirmiştir. Vefatında The Cyprus Gazette’de bu vefat haberine özel olarak yer verildiği gözlenmektedir. Mehmet efendinin başarısı sadece İngiliz yönetimine rağmen vakıfların varlığını ve faaliyetlerini sürdürmesi değildir. XIX. Yüzyılın ikinci yarısında sosyal devlet kavramı gelişmesi ve vakıfların fonksiyonlarının çogunun, devlet tarafından yerine getirilmeye başlanması karşısında, dünyada vakıfların sosyo ekonomik alandaki etkinliklerinin azalmaya başlamasına rağmen, vakıfların Kıbrıs’taki sosyo – ekonomik etkinliğini korumaları ve devam ettirmiş olmasıdır.

Anahtar sözcükler: Kıbrıs vakıfları, merdiven yöntemi, XIX. yüzyılın ikinci yarısı
Jel Sınıflandırması: M41, M42, N85


Abstract (Ottoman Waqfs and Accounting Records in Cyprus)

After the arrival of the Turks to Anatolia, the waqfs that they began to establish in accordance with Turkish-Islamic tradition became effective throughout the territories of the Ottoman Empire during its life span (1299-1922) in both social and economic life. Meanwhile, between 1571 and 1878 a lot of these waqfs were also established in Cyprus. The Ottomans felt the need to constantly check whether or not the activities of the waqfs complied with their social objectives. The inspection was carried out to determine whether the revenue was used in the manner stipulated by the waqf indenture and a detailed accounts status of the income and expenditure was given in annual reports. These reports were prepared by accountants under the responsibility of the Board of Trustees (of the Vakıf/Waqf). The prepared reports were then assessed by the qadi (‘kadı’, Islamic judge). The reports prepared by senior authorities of the waqfs in Cyprus were sent to the Waqf body located in the central Administration in Istanbul and evaluated there.

The Ottomans, in their state accounting, used a method called the Stairs method. This method originated with the Abbasis (750-1258), was then passed onto the İlhanlis (1256-1353,) and after the Abbasi state was defeated by the Hulagu Khan it was finally adopted by the Ottomans until 1879 when they moved onto the double entry method. Since the activities of the Waqfs were carried out under the control of the state, they used the state accounting method called stairs. Despite not being sufficient both the Waqfs in Cyprus and in Anatolia have used this method and prepared their annual reports according to this method. Today in Cyprus, the Waqf Library in Nicosia and the National Archives in Kyrenia have thousands of accounting books that were kept using the Stairs method. Yet some accounts were done through a basic book keeping method. The reason for this is because the accountants in both Cyprus and Anatolia were not totally equipped with the knowledge of this method.

After the British took control of Cyprus in 1878 the Waqfs continued to sustain and protect their existence. During the years when the Waqfs were under the British control, and in particular at the end of the 19th and early 20th century three issues stood out in the annual reports of the Waqfs. The first of these is that the Waqf’s financial reports were prepared using the double entry method. This feature reveals that Cyprus was the pioneer in the double entry accounting method. The second is that the Waqfs were clustered in the Famagusta, Nicosia, Limassol and Larnaca districts and on the basis of these four districts consolidated financial statements were prepared for the whole of Cyprus. In these statements it was observed that the revenues of the four regions were shown separately, but the expenditures were shown as one. The third issue is that these consolidated financial statements or the regional

financial statements which were prepared during the year according to demand were published in the official newspaper of Cyprus, The Cyprus Gazette. This certainly did not conform to the rule of the Ottoman Empire where each Waqf was to be evaluated and monitored separately. But it was a novelty. In addition it provided the opportunity to assess the situation of the Waqfs in the country’s economy.

Another point which needs to be said in this respect is that, an experienced senior accountant from the Ottoman’s Waqfs Administration was sent to the island in order to ensure that the Waqfs’ procedures were carried out according to traditional rules and principles. In addition to controlling the Waqfs this person was also responsible for the relations between the British administration and the Waqfs. This person signed the consolidated financial statements under the title of Turkish Waqf delegate. After the 19th century this duty in Cyprus was carried out by Mehmet Sidik Efendi who successfully fulfilled his duties by ensuring that the British showed respect to the Waqf order. Upon his death the Cyprus Gazette assigned a special section for the news of his passing. Mehmet Efendi’s success was not limited only to persevering for the existence of the Waqfs despite the British control. In the second half of the 19th century, despite the fact that the development of the welfare state concept meant that most of the functions of the Waqfs were fulfilled by the state and that the operations of such Waqfs in the socio-economic arena were decreasing all around the world, the socio-economic activities of the Waqfs in Cyprus were intact and continued to maintain their impact.

Key words: Waqfs of Cyprus, Stair Method, Second Half of the 19th Century.
Jel Classification: M41, M42, N85


1.  Vakıflar ve Vakıf Muhasebesi

10.  Vakıfların İktisadi ve Sosyal Etkileri

Kısa anlatımı ile vakıf, bir kişinin gelirini ya da malının kullanımını, kar beklemeden sosyal bir amaca tahsis etmesidir. Sosyal amaç, bir okulun, dini bir yapının, halka açık bir çeşme, yol, köprü gibi hizmet yerinin ve giderek kültürel bir hizmetin ( kütüphane, araştırma, müze vbg) sunulmasını masraflarının karşılanmasını ifade etmektedir (Nazif Öztürk, 1983, Sayfa 27). Türklerin Anadolu’ya gelmelerinden sonra İslam geleneklerinin de katkısı ile sosyal amaçlı vakıfları oluşturdukları bilinmektedir. Türklerin vakıf uygulamalarının, devletin üstlendiği savunma harcamaları bir yana bırakılırsa, girmediği alan yok gibidir. Bunlar arasında su yolları, kaldırımlar, yoksul barınakları, parklar, okullar, dini binalar gibi alt yapı yatırımlarının yapımı ve bakımı işlerinin ağırlık taşıdığı gözlenmektedir. İslami kurallara göre büyük tartışmalar getiren cash vaqf diye adlandırılan ve Kanuni Sultran Süleyman zamanında (1548) yasalaşan faiz ile para veren vakıflara kadar uzanmıştır (Yusuf Sürmen ve arkadaşları, Paper, 2008; Murat Çizakçe,1993 ). Ancak bu vakıflarda paranın borç verilmesi ile sağlanan faiz gelirinin sosyal amaçlar ve hayır işleri için harcanması esası benimsenmiştir. Yani bir vakıf kanalı ile borç verilen paranın getirisi olan faiz sosyal amaca tahsis edilmekte, paranın sahibi faizden pay almamaktadır. İslami kurallara göre olayın kabulü paranın da mal gibi kabul edilmesi ile sağlanmıştır ( Zeynep Hatunoğlu ve arkadaşları, Paper, 2010). Bugün Türkiye’deki Vakıflar Bankası, Osmanlı’nın cash waqfs’nın devamı niteliğindedir.

Vakıfların bu geniş çeçevede faaliyetleri Anadolu’da ve Kıbrıs’da asırlar boyu devam etmiş ve XIX. yüz yılın ikinci yarısı ortalarına kadar etkinliğini sürdürmüştür. Bu süre Osmanlı Devleti’nin beş yüz yıllık bir dönemini kapsamaktadır. Bu kadar uzun bir süre devletin sosyal yapısında etkinliğini sürdüren başka bir kurum yoktur. XIX. Yüzyılın ikinci yarısında Batı ülkelerinin etkisi ile vakıfların sosyal yaşamdaki ağırlığı giderek azalmış ve kültürel alanlara doğru kaymaya başlamıştır. Bunun nedeni, yol, köprü, okul, dini yapı gibi sosyal amaçlı yatırımları sosyal devletin üstlenmesi olmuştur (Murat Çizakçe, 2006, Sayfa 22-23).

Kişinin gelirini ya da varlığının kullanımını bir sosyal amaca tahsisi devletin kontrolu sayesinde sürekli olabilmiştir. Devlet kurallar koymuştur ve bu gelirlerin ya da varlığın sosyal amaç için kullanılıp, kullanılmadığını sıkı bir şekilde kontrol altında tutumuştur. Bunun için şu yol izlenmiştir :

Merkezi bir idare kurulmuştur. Buna vakıflar idaresi denilmektedir. Osmanlı’da bu Evkaf Nezareti ( XIX. yüzyıl ilk yarısından sonra) olarak adlandırılmaktadır. Bugün Türkiye’de ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde Vakıflar İdaresi bu işi yürütmektedir. Bu merkezi idare kuralları koyar ve kontrol eder.

– Vakıf, kadılık kurumu ( mahkeme) tarafından tescil edilir ve bir vakıf senedi hazırlanır ve tescil edilir. Bu vakfın kuruluşudur ve kimin , hangi varlık ya da gelirlerini hangi sosyal amaçlara tahsis ettiğine ait bilgileri içerir.

– Devletin kontrol mekanizmasına geçmeden önce, kurulan vakıfların devlet ile olan ilişkisine de kısaca bakmak yararlı olacaktır. Kişilerin kurdukları vakıfların yönetimini oluşturan mütevelli heyetler o kişi ya da kişiler tarafından tayin edilir ve sadece kontrolu devletçe yapılır. Ama devlet büyüklerinin kurdukları vakıfların ( Haremeyn Vakıfları) ya da kurucuları vefat etmiş ve mirascısı kalmamış vakıfların (Mülhak vakıflar) mütevelli heyetleri devlet tarafından atanır ve kontrolu da yine devlet tarafından yapılır. Yani iki türlü vakıf söz Kişinin yönettiği vakıflar ( Müstesna vakıflar), devletin yönetiminde olan vakıflar. Ama kontrol makanizması genellikle aynidir.

Devletin kontrol mekanizması ise, yıllık raporlara dayanır (Değer Alper, Canan Basdar : Paper, 2010). Bu raporlamanın amacı vakıf senedinde öngörülen gelirlerin, yine vakıf senedinde öngörülen sosyal amaçlarda kullanılıp kullanılmadığının tespitidir. Bu çok sıkı ve disiplinli bir kontroldur. Ve idari yönetimin ( mütevelli heyet) görevini yapması esasından hareketle tamamen muhasebe kayıtlarına dayanır. Yani yıllık bir muhasebe raporunun hazırlanması söz konusudur. Bu durum açık olarak göstermiştir ki, Osmanlı’da vakıfların geniş sosyal amaçlar çerçevesinde uzun ömürlü yaşamasının sırrı bu raporlama olmuştur. Eyaletlerde vakıfların muhasebecileri tarafından hazırlanan mali raporlar, kadılıklar ( XIX. yüzyılın yarısından sonra) eyalet vakıf müdürlükleri tarafından ilk kontrolları yapılarak merkezi idareye gönderilir ve merkezi idaredeki Evkaf İdaresinde ( XIX. yüzyıl ilk yarısından sonra Vakıflar Nezareti) toplanır ve değerlendirilir. Bu bildiride vakıfların muhasebeleri ve muhasebe raporlarının incelenmesi söz konusu olacaktır.

Osmanlı’lar döneminde Kıbrıs’ta çok sayıda vakıf kurulduğu ve bu vakıfların Kıbrıs’ın sosyal amaçlı alt yapı sorunlarını büyük ölçüde çözdüğü bilinmektedir. Kıbrıstaki hizmetleri göz önünde tutulduğunda Kıbrıs adasının bir vakıf cenneti konumunda olduğu gözlenmektedir. Bugün Lefkoşe’deki Vakıflar İdaresi kütüphanesindeki ve Girne’deki Milli Arşiv Kütüphane’deki vakıf belgeleri ve muhasebe kayıtları bunun delilidir.

11. Vakıf Muhasebesinin Özellikleri

Osmanlı’da devlet muhasebesinde merdiven yöntemi ( Merdiban Method, Stair Method) denilen bir muhasebe yöntemi kullanılmıştır. Bu yöntem 700’lü yıllarda Abbasiler’de (750-1258) doğmuş, İlhanlılar’da (1256-1363) gelişmiş ve Osmanlılar’da (1299-1922) mükemmelleşmiştir. Osmanlılar, XIV. yüzyılın ikinci yarısı ortalarına kadar , bir Moğol devleti olan ve İran’da kurulmuş bulunan İlhanlılar’a vergi ödemişler ve bu arada yöntemi de öğrenmişlerdir ( O. Güvemli, B.Güvemli, Paper, 2007). Bu yöntem bir devlet muhasebe yöntemi olmakla birlikte çok geniş bir çerçevede kullanılmıştır (Oktay Güvemli, Paper, 2011). Bu geniş kullanım alanı içinde vakıflar da vardır.

Bir devlet muhasebe yöntemi olmasına rağmen, merdiven yönteminin vakıflarda kullanılmasının nedeni vakıfların hesaplarının devlet merkezindek vakıf idaresinde kontrol edilyor olmasıdır. Devlet muhasebecileri, her yıl vakıfların defterlerini kontrol ederken kendi kayıt sistemlerinin vakıflarda da uygulanmasını istemişlerdir. Devlet muhasebesindeki defterler farklıdır, devlet muhasebesinin amacı da farklıdır. Osmanlı devlet muhasebesi, tahakkuk esasına göre tutulurdu. Yani yıl başında vergi yükümlüsüne ödeyeceği vergi, onun hesabına kaydedilerek bildirilir ve yıl içinde tahsilat yapıldıkça borcundan düşülürdü. Masraf ödemeleri de ayni şekilde yapılırdı. Vakıflarda ise, gelir ve gider muhasebesi tutulurdu ve tahakkuk usulü değil, bugünkü gibi, olaylar ortaya çıktıkça kayıt ihtiyacı doğardı. VAkıfların defterleri farklı idi. Devlet muhasebesinde bir çok defter söz konusu olmasına rağmen vakıfların sadece gelir ve giderlerin kayıt edildiği tek bir defter söz konusu idi. Kuşkusuz büyük vakıflarda yardımcı defterler de vardı.

İşte böylesine farklılıklara rağmen devlet muhasebe yönteminin vakıflarda da kullanıldığı görülmektedir ( Oktay Güvemli, 1998, Sayfa 231- 239). Merdiven yöntemi, ana tutarın yazılması ve onu oluşturan tutarların alt alta sıralanması şeklinde olduğu için ve merdiven basamağı halinde sıralandığı için bu adı almıştır. Yöntemin adı İlhanlılar da konulmuştur. Bu kayıt şekli vakıfların gelir ve giderlerinde de kullanılır nitelikte olduğu için yöntemin vakıf muhasebesinde kullanıldığı anlaşılmaktadır.

Vakıfların muhasebeleri  ile  ilgili  binlerce  defter  bugünlere  kadar gelmiştir. Hem Türkiye’deki arşivlerde ve hem de KKTC’deki arşivlerde bu deftelerin örnekleri bulunmaktadır.

Burada belirtilmesi gereken husus, kimi vakıfların muhasebelerinde yöntemin başarılı olarak kullanılmış olması, kimi vakıflarda ise yeterli kalitede yöntemin kullanılmamış olmasıdır. İstanbul’daki saray mensuplarının ve üst düzey devlet yöneticilerinin Kıbrıs’da kurdukları vakıfların muhasebe kontrol defterlerinin gelen bilgilere dayalı olarak İstanbul’da tutulduğu ve dolayısı ile kaliteli kayıtların bulunduğu görülmektedir. Bu konuda Ek:1’de Kıbrıs’daki bir vakfın İstanbul ‘da tutulan defterine yer verilmiştir.

Ama Kıbrıs’da kurulu olan vakıfların Kıbrıs’ta tutulan defterlerinde ayni kaliteyi görmek olanağı azdır. Merdiven yöntemini iyi kullanmış vakıf defterleri olduğu gibi kayıtların kalitesi düşük ve basit muhasebe usulü ile tutulmuş defter kayıtları da vardır. Burada belirtilmesi gereken en önemli husus, İngiliz yönetimi sırasında 1870’li yılların sonlarından itibaren Kıbrıs’daki vakıf defterlerinin çift yanlı kayıt yöntemine göre tutulmaya başlanmış olmasıdır. Oysa Osmanlı çift yanlı kayıt yöntemine 1879 yılında geçmiş ve XIX. yüz sonuna kadar vakıflarda çift yanlı kayıt yönteminin kullanılmış olduğuna ilişkin fazla örnekle  karşılaşılmamaktadır. Dolayısı ile Kıbrıs vakıfları Türk toplumunun çift yanlı kayıt yöntemi ile tanıştığı ve bu yöntemin uygulandığı yer olmuştur. Ayni tarihlerde İstanbul’da Osmanlı Bankası gibi yabancı sermayeli şirketler çift yanlı kayıt yöntemini kullanıyorlardı ( Sudi Apak, Arzu Tay, Araştırma, 2012). Başka bir kullanım alanı yoktu.

Merdiven yöntemi ve vakıf muhasebesi ile ilgili bu bölümü bitirmeden önce belirtilmesi gereken bir başka husus, Osmanlı ‘nın muhasebe uygulamalarının çeşitli alanlarda ihtiyaca göre geliştirilmiş olduğudur. Örneğin tereke ( inheritance ) muhasebesinde çift yanlı kayıt yöntemi esasları çerçevesinde tavsiye bilançosu  niteliğinde kayıtlara rastlanmasıdır ( F. Coşkun Ertaş, B. Şişman,Paper, 2012). Kadılar tarafından muhasebecilerin katkısı ile verilen mahkeme kararlarında yer alan bu uygulama örnekleri, vefat eden kişinin nakit ve mal varlığı ve alacaklarının bir yana yazılması ve karşı tarafa da bu varlıklar üzerinde hak sahibi olan kişilerin sıralanması şeklindedir. Hak sahibi kişiler, vefat eden kişinin, kişilere borçları, devlete olan borçları ile mahkeme masrafları ve mirascıları şeklinde sıralanmakta ve bir tasviye bilançosu niteliğini taşımaktadır. Bu uygulama ve başka uygulamalar Osmanlı’nın muhasebe bilgisinin üstünlüğünü ve ihtiyaca göre hesaplaşma düzenini oluşturabildiğini göstermektedir.

 

2.  Kıbrıs Vakıfları, Bu Vakıfların Yönetimleri ve Muhasebeleri

Kıbrıs’ın Türkler tarafından fetih tarihi olan 1571 yılından itibaren Kıbrıs’ta vakıf kurumunun oluşturulmaya başlandığı görülmektedir. Vakıf oluşturulması sosyal yaşamın bir parçası olarak yüzyıllar boyu devam etmiştir. Özellikle XIX. yüzyıl sonlarına kadar yeni vakıfların oluşturulduğu gözlenmektedir. Ancak vakıfların sosyal amaçlarını devletin üstlenmeğe başladığı XIX. yüzyıl sonlarından itibaren kurulu vakıflara, fazla sayıda yeni vakfın  eklenmediği  gözlenmektedir.

Kıbrıs vakıfları üzerine iki ciltlik bir araştırma yapan Mustafa Haşim Altan ( M.H. Altan, 1986), Kıbrıs’taki vakıf kültürünün başlangıcının fetih yıllarına uzandığını belirtmektedir ( M. H. Altan, 1986, Sayfa 82). KKTC’deki vakıf idaresinde çok sayıda vakıf muhasebe defterleri vardır. Ancak vakıflara kuruluş izninin verildiği  vakfiye belgelerinin  ( Vakfın kuruluş izni) fazla sayıda olmadığı anlaşılmaktadır. M. Haşim Altan’ın tespit ettiği vakfiyelerin üç yüz yıllık ( XVI.- XIX. Yüzyıllar) döneme yayıldığı da dikkati çekmektedir. Bu durum, Kıbrıs’taki vakıf kültürünün eskilere dayandığını göstermektedir.

Yine ayni yazarın saptamalarına göre, Kıbrıs’ta yönetim açısından üç çeşit vakfa rastlamak mümkündür. Yani Mazbut vakıflar (yönetimini devletin vakıflar idaresinin üstlendiği vakıflar); Mülhak vakıflar (mütevellisi kalmamış ya da kötü idare edildiğinden devlet vakıflar idaresinin yönetimine geçen vakıflar); Müstesna vakıflar ( özel kişilerin kurup yönettikleri vakıflar) bulunmaktadır. Kıbrıs’taki vakıfların yönetiminin İstanbul’daki vakıflar idaresi tarafından öteki eyaletlerdeki vakıfların  izlenmesi  prosedürüne göre yönetildiği gözlenmektedir. Ama vakıfların kuruluşuna eyaletlerdeki kadıların ( Hakimler ) izin verdikleri ve muhasebelerinin de   o mahaldeki muhasebeciler tarafından tutulduğu  bilinmektedir. Ancak  XIX.  yüzyılın ilk yarısı ortalarında Osmanlı Devleti’nde Evkaf Nezareti’nin (Bakanlık) kurulmasından sonra eyaletlerde ve bu arada vakıfların fazla sayıda olduğu Kıbrıs’ta da bir evkaf müdürlüğü oluşturulduğu gözlenmektedir. Bu da vakıfların devletin her zaman gözetiminde sosyal amaçlarını gerçekleştirme çabası içinde olduklarını ortaya koymaktadır.

Eyaletlerde ve bu arada Kıbrıs’taki Vakıflar Müdürlüğünün bünyesinde bir muhasebeciliğin bulunduğu ( XIX. yüzyıl ortaları) ve bu muhasebeciliğin özellikle yönetimi devlete ait olan vakıfların muhasebelerinin kontrolu ile görevli olduğu anlaşılmaktadır ( M.H. Altan, 1986, Sayfa 197-198). Vakıflar idaresi bünyesindeki muhasebeciliğin, kontrolundaki vakıflara birer numara vererek sıraladığı ve bu sıraya göre onların hesaplarını muntazam olarak denetlediği görülmektedir. Bu muhasebeciliğin de Devlet merkezindeki bakanlığa ( Nezaret) karşı sorumlu olduğu bilinmektedir. Böylece üç kademeli bir muhasebe denetimi söz konusu olmaktadır. İlk kademede vakfın hesaplarını tutan muhasebeci, ikinci kademede eyalet vakıf idaresi muhasebeciliği, üçüncü kademede de devlet merkezindeki Evkaf Nezareti’ndeki muhasebeciler vardır. Bu üç kademeli muhasebe yapısı, vakıfların sosyal amaçlarına uygun olarak faaliyetlerini sürdürüp sürdürmediğini denetleme görevini üstlenmiştir. M.H. Altan çok sayıda bu üçlü kademenin kontrol mekanizmasının çalışma şeklini ortaya koyacak belgeleri yayınlamış bulunmaktadır (M. Altan, 1986, Sayfa 248-254). Bildirinin hacmini zorlayacağı için burada yer verilemeyen bu örneklerden anlaşıldığına göre, yıllık mali raporlar Kıbrıs vakıf müdürlüğü tarafından toplanarak değerlendirilmekte, sonuçlar devlet merkezine gönderilmekte ve son denetleme burada yapılmaktadır. Görülen usulsüzlük ve yolsuzluklar soruşturulmakta ve suçlular cezalandırılmaktadır.

M.H. Altan’ın da saptadığı gibi, vakıfların denetleme aracı olarak muhasebeden yararlanılması, bilgili ve basiretli muhasebecilerin iş başında olmasını gerektiriyordu. Bu muhasebeciler arasında XIX. yüzyılın ikinci yarısında Mehmet Salim Efendi, Hüseyin Edip efendi, Ahmed Hulusi efendi gibi önemli muhasebecilerin görev yaptıkları görülmektedir.

Denebilir  ki,  Kıbrıs  vakıfları  yüzyıllar  boyu  yaşamış  ve  sosyal amaçlara hizmet etmişlerse, bunda yeterli derecede muhasebe bilgisi yanında bilgili ve çalışkan muhasebecilerin varlığı da etkide bulunmuştur. Kuşkusuz merdiven yönetimi gibi devlet merkezindeki muhasebecilerinin ileri derecede bildikleri muhasebe yöntemlerini İmparatorluğun eyaletlerindeki ve bu arada Kıbrıs’taki muhasebecilerin layıkı ile bilmeleri ve uygulamaları beklenemez, ama yine de onlar ihtiyacı karşılayacak basit muhasebe bilgisi ile mali raporlarını yazabiliyorlar ve denetlemeyi yapabiliyorlardı. Ancak bu arada belirtmek gerekmektedir ki , aşağıda değinileceği üzere, İngiliz idaresi dolayısı ile XIX. yüzyılın sonlarına doğru çift yanlı kayıt yönteminin Kıbrıs’ta, İstanbul’daki vakıflardan önce uygulanmaya başlandığı da bilinmektedir.

 

3.    XIX. Yüzyılın İkinci Yarısında Kıbrıs’da Vakıflarla İlgili Muhasebe  Kayıtları 

30. Osmanlı XIX. Yüzyıl İkinci Yarısı Başlarında Bir Muhasebe Denetim Raporu

XIX. Yüzyılın ikinci yarısında Kıbrıs’taki vakıflarda iki dönem yaşanmıştır. Bunlardan ilki klasik Osmanlı dönemi yönetimidir. Bu dönem 1878 yılına kadar devam etmiş ve vakıfların yönetimi ve muhasebesi klasik Osmanlı kurallarına göre yürütülen bir dönem olmuştur. İkinci dönem, 1878 yılında adanın idaresinin İngilizlere geçtiği 1878 yılında başlar ve XX. yüzyılın başlarına kadar, 1914 yılında Birinci Dünya Harbi’nin çıkmasından sonraAdanın İngilizler tarafından ilhak edildiğinin açıklanmasına kadar devam eder. Bu bildiride vakıfların muhasebesi ile ilgili her iki döneme ait örnekler verilecektir. EK 1/a’da Kıbrıs’taki humayun vakıfları / Padişah ve ailesine ait vakıflar) yönetimindeki değişiklik dolayısı ile hazırlanan bir muhasebe denetim raporunun orijinali yer almaktadır. Belgenin transkripsiyonuna da Ek 1 /b’de yer verilmiştir. Bu belge KKTC Vakıflar İdaresinde 103 no ile kayıtlıdır.  Bu belgedeki bilgiler aşağıdaki şekilde özetlenebilir.

–  Bu belge bir muhasebe denetim raporudur.

– Kıbrıs’taki Padişah ve ailesine ait vakıfların ve devletin gelir yerlerinin  kiraya  verilmesiyle  ilgili  anlaşmaların  (mukataa-    Kıbrıs’taki tuzlanın kiraya verilmesi)  gelirlerini tahsili ile görevli Kamil efendi görevden ayrılmıştır.

Kamil efendi Hicri 1279 (Miladi 1864) yılı başlarında – yılın ikinci ayında- görevden ayrılmıştır. Ancak onun zamanından kalan alacakların bir kısmı Hicri 1280 ( Miladi 1864) yılı Mart ve Mayıs ayları arasında üç ay içinde tahsil edilmiştir.

– Denetim raporu, Kamil efendinin zamanına ait gelir ve giderlerin tespiti amacını taşımaktadır. Buna, Kamil efendiyi aklama raporu da Ve rapor sonunda Kamil efendinin zamanında gelir ve giderler hesaplanmış ve gelir farkı saptanmış olmaktadır. Hicri 1280 ( Miladi 1864) yılı Mayıs ayı sonu itibarı ile kalan tutar , gelir farkını ortaya koymaktadır.
– Rapor,  Osmanlı’nın para birimi Guruş ile yapılmıştır, ayrıca para da yer almaktadır.  40 para bir guruştur.
-Raporda sık sık ara toplamalar yer almaktadır. Bu ara toplamaların amacı, toplama nedeni ile yanlışlık yapma riskini en aza indirmek

Raporun özeti şu şekildedir :

Guruş   Para

  1. 612 09 Kamil efendi zamanındaki vakıf gelirlerinden ve mukataa gelirlerinden kalan alacakların Hicri 1280 (Miladi 1864) yılı Mart – Mayıs aylarında tahsil edilen kısmı ve Kamil efendinin işi  bıraktığı 1279 yılıbaşlarında Kıbrıs’taki  mal  sandığında (kasada) mevcut    para – 27.035 guruş 9 para- tutarı. 

2.420     —    Kamil efendinin peşin aldığı maaşının işten ayrıldıktan sonrasına  kısım ,Kamil efendiden tahsil edilmesi gereken tutar.
————-
58.032    09  Toplam
5.715     16     Kamil efendinin yönetimi sırasında alacağı olan müdürlük hakkı
————-
52.316    33    Kalan
34.129 29      Kamil efendinin görevde bulunduğu sırada vakıf ve mukataa gelirlrini tahsil etmek ve vakıf senedinde yazılı sosyal amaçlı harcamalar için yaptığı ödemeler. Kamil efendini kendi muhasebe defterinden alınmıştır.
————–
18.186    04    Kamil efendi döneminin  – Hicri 1280 (Miladi 1864) yılı Mayıs ayı sonu itibarı ile gelir fazlası 

Bu tablodaki bilgilerden çıkarılan sonuçlar .

  • Bu örnek, vakıf yönetimi ve yöneticinin denetlenmesi hakkında bilgi verdiği gibi, Osmanlı’nın denetim anlayışını, her yöneticinin zaman zaman denetlenebileceğini ve özellikle işten ayrıldıktan sonra denetimin yapılması gereğini ortaya koymaktadır.
  • EK 1/a’da yer alan muhasebe kaydı merdiven yöntemi ile yapılmış bir kayıt değildir. Rapor, basit muhasebe usulü ile hazırlanmıştır.
  • Osmanlı’nın vakıfların muhasebesinde de kullandığı merdiven yönteminin burada kullanılmama nedeni, raporun bir denetim raporu olması olsa Bununla beraber bu tür raporlarda da merdiven yönteminden yararlanıldığı bilinmektedir.
  • Hesaplamalar sonunda Kamil efendinin döneminde vakıfların sosyal amaçları yerine getirildikten sonra, mukataa geliri ile birlikte 18.186 guruş 04 para gelir fazlası oluştuğu görülmektedir.

 

31.XIX. Yüzyılın Sonlarına Doğru İngiliz Yönetiminde Kıbrıs Vakıflarının Yönetimi ve Muhasebesi

1878 Yılı başlarında adanın İngiliz idaresine bırakılması sırasında üç anlaşma ( mazbata) düzenlendiği görülmektedir. Bunlardan ikisi Hicri 3 Cemaziye’l saniye 1295 ( Miladi 4 Haziran 1878) tarihinde, üçüncüsü de Hicri 5 Receb 1295 ( Miladi 6 Temmuz 1878) tarihinde imzalanmıştır. Bunlardan birinci  anlaşmada  adanın  tasarruf  ve  idaresinin   İngilizlere  bırakıldığı;

İkincisinde de şer’iye mahkemelerinin, mekteplerin, hayır işlerine tahsis edilen emlak ve arazinin yönetimi için Osmanlı’nın Vakıflar İdaresi’nden bir yetkilinin adada görev yapacağı açıklanmıştır. Bu mazbatalardan ilkinin ilk sayfasının orinaline Ek :2’de yer verilmiştir.

Bu mazbatalardaki hükümlere uygun olarak İngilizler Türk vakıflarının yönetimine fazla karışmamışlar ve vakıflar kendi koşullarında çalışmalarına devam etmişlerdir. Ancak iki önemli sorunun çözümü gerekmiştir. Bunlardan birisi vakıfların sosyal amaçlarına uygun olarak çalışmalarını devam ettirmelerinin kontrolunun nasıl yapılacağı sorunu olmuştur. Çünkü eskiden olduğu gibi vakıfların İstanbul’daki Osmanlı vakıf idaresince kontrol isteğinin devam etmesi ihtiyacı vardı. İkincisi de İngiliz parasının kullanımı ve en önemlisi İngilizlerin uyguladığı çift yanlı kayıt yönteminin vakıflarda uygulanma konusu olmıuştur.

Bu konulardan ilkinin çözümü, ikinci anlaşmada yer aldığı üzere Osmanlı vakıflar idaresinden bir yetkili Kıbrıs’da görevlendirilmesi ile sağlanmıştır. İkinci sorunun çözümünü ise İngiliz yönetiminin Published by Autority ifadesi ile çıkardığı The Cyprus Gazette ‘de izlemek olanağı vardır. Bu gazetelerden ikisi Ek 3/a ve Ek 3/b’dedir. Bu gazetelerden ilki 15 October 1897 tarihli, öteki de 9 October 1903 tarihlidir.

Bu gazetelerde Kıbrıs’taki vakıfların yıllık konsolide gelir ve gider tabloları yayınlanmıştır.

a.   15 October 1897 Tarihli Gazete

İlk gazetede, 1 April 1895-31 March 1896 tarihleri arasında devlet yönetiminde olan vakıfların gelir ve giderlerine yer verilmiştir.

Bu tarihte dört devlet büyüğü vakfının olduğu görülmektedir. Bunlar : Sultan Selim Vakfı, Lala Mustafa Paşa Vakfı, Şaban Paşa Vakfı ve Pir Ali Dede Vakfı’dır. Bu vakıfların yıllık gelirleri ve dönem başındaki paralar ve öteki gelirler ile oluşan tutarın 2.991 Paund olduğu anlaşılmaktadır. Bu gelirlerden harcanan paralar beş başlık altında toplanmıştır. Bunlar Office Expenditure, Service of Mosques, Works, Cost of Collection of Revenues ve Miscellanmcous ‘dur. Bu beş harcamanın tutarı 1.730 Paund’dur. Aradaki fark, Advances repaid ( 790 Paund) ve Cash Balance 31 March (470 Paund) dan oluşmaktadır. Bu bilgiler ve gazetede yer alan açıklamalar ile ilgili değerlendirmeler aşağıda sıralanmıştır.

  • İngiliz yönetimine geçtikten sonra adadaki vakıfların, vakıf senetlerinde yazılı olan esaslara göre çalışabildikleri ve gelirlerinin öngörülen şekilde yapılabildiği görülmektedir.
  • Vakıfların muhasebelerinde çift yanlı kayıt yöntemi uygulanmaya başlanmıştır. Osmanlı, çift yanlı kayıt yöntemine 1879 yılında geçmiş ve devlet muhasebesinde çift yanlı kayıt yöntemi giderek yaygınlaşmıştır. 1897 Yılında İstanbul’daki özel kuruluş ve devlet kuruluşlarında da çift yanlı kayıt yönteminin kullanıldığını belirtmek Ancak Kıbrıs adasındaki uygulamanın ileri düzeyde olduğu dikkati çekmektedir.
  • Kıbrıs’ta iki tür vakıf vardır, bunlardan bir bölümü kişilere Bunların yönetimi özel kişilere aittir ve bunların yönetimi genel kurallar çerçevesinde sürdürülmektedir. Ama devlet büyüklerinin kurdukları ve Osmanlı devleti yönetiminde olan vakıfların, anlaşmalar gereği Türkiye’den giden yetkili kişinin gözetiminde yürütülmekte olması esastır. Buna göre İstanbul’dan giden Mehmed Sıddık efendi bu görevi başarı ile yerine getirmiştir. Mehmed Sıddık efendinin görevi güçtür. Çünkü vakıfların sosyal amaçlarına uygun olarak çalışmaları, İngiliz idaresine rağmen devam ettirilecektir. Bu görevini Mehmet Sıdık efendinin bütük ölçüde yerine getirebildiği anlaşılmakta olup, Konsolide mali tablolar altında onun imzası vardır. Mehmed Efendi fevkalade başarı ile bu işleri yürütmüştür. O kadar ki vefatında the Cyprus Gazette’de vefat haberi yer almıştır.
  • Kıbrıs’taki devlet büyüklerine ait olup, yönetiminde Osmanlı’nın söz sahibi olması gereken vakıfların mali tablolarının denetlendiği ve konsolide mali tablolarının hazırlandığı ve bu konsolide mali tabloların hem Osmanlı ve hem de İngiliz delegesi tarafından imzalandığı görülmektedir. Bir başka husus bu tabloların denetlenmiş mali tablolar olmasıdır.

 

b.   9 October 1903 Tarihli Gazete

Bu gazetede yönetimi devlete ait olan vakıfların 31 March 1902 tarihli konsolide gelir ve gider tablosu yayınlanmıştır ( Ek3/b). Bu tablodaki bilgilere göre vakıflar Lefkoşa kent içi ve kent dışı , Larnaca, Limassol Famagusta ve Papho olarak kümelenmiş ve gelirler bu kümelere göre sıralanmıştır. Dönem başı kasa mevcudu, vakıf gelirleri ve öteki gelirler sıralanmış ve bunların tutarına sahibi vefat edip, yönetime geçen ( mulhak vakıflar) gelirleri eklenmiştir. Böylece 6.309 Paund bir gelir tutarı elde edildiği anlaşılmaktadır. Giderler yine ayni ayırımlar itibarı ile sıralanmakta ve yüksek bir seviyede dönem sonu mevcudun varlığı anlaşılmaktadır. Bu tabloda yer alan bilgiler ve gazetedeki bilgilerin değerlendirilmesi üzerinde aşağıda durulmuştur.

  • XX. Yüzyılın başlarında Kıbrıs’ta yönetimi devlete ait olan vakıfların yüksek bir gelire ve yüksek bir gelir fazlasına sahip olduğu görülmektedir. Bu durum, İngiliz idaresinde olmasına rağmen oradaki vakıfların başarılı çalışmalar yaptıklarını ve Osmanlı görevlilerinin başarılı bir yönetim gösterdiklerini ortaya koymaktadır.
  • Sahibi vefat eden vakıfların yönetiminin devlete geçme işlemlerinin yapılabildiği ve bu vakıfların da ( mulhak vakıflar) başarılı bir şekilde yönetildiği dikkati çekmektedir.
  • Mali tabloların konsolide olarak hazırlandığı, denetlendiği ve imzalandığı görülmektedir. Denetimin bir İngiliz denetçi tarafından yapıldığı da dikkati çekmektedir.

Buraya kadar yapılan açıklamalarda İngiliz idaresi boyunca vakıfların klasik olarak belirlenen kendi koşullarına uygun olarak gelir sağladıkları ve bu gelirleri vakıf senedinde ( vakıf kuruluş lisansı) yazılı esaslara göre sarf edildiği gözlenmektedir. Bilindiği gibi XIX. yüzyılın ikinci yarısı dünyada devletlerin sosyal amaçlı harcamaları daha fazla üstlenmeye başladıkları bir dönemdir. Bu eğilime rağmen Kıbrıs’taki vakıfların, İngiliz idaresi boyunca da, klasik dönemdeki sosyal amaçlı aktivitelerini, biraz azalmasına rağmen, yürütmeye devam edebildikleri görülmektedir.

4. S o n u ç

Türklerin Anadolu’ya geldiklerinde başlayan vakıf geleneği sürekli olarak gelişmiş ve yaygınlaşmıştır. Kıbrıs bir Osmanlı eyaleti (1571) olarak yönetilmeye başladıktan sonra, vakıf kültürünün adada yaygınlaşmaya başladığı gözlenmektedir. Vakıfların uzun ömürlü olması, Osmanlı’nın vakıfların sosyal amaçlarına uygun olarak faaliyette bulunup, bulunmadığını sürekli kontrol etmesi sayesinde mümkün olabilmiştir. Vakıfların kontrolunda ise muhasebeden yararlanılmıştır.

Eyaletlerde vakıfların kurulmasına kadılık ( hakim) karar verir ve vakfiye denilen vakıf senedi – lisansı- düzenlenirdi. Bu vakıf senedine göre vakıfların mütevelli heyet denilen kişiler tarafından yönetildiği bilinmektedir. Devlet büyüklerine ait vakıflar ile sahibi vefat etmiş ve mirasçısı bulunmayan vakıfların yönetiminin devlet tarafından yerine getirildiğ bilinmektedir. Bu yönetimde muhasebe ve muhasebe denetiminin üç kademeli olarak yapıldığı gözlenmektedir. İlk kademe, vakfın muhasebecisinin muhasebe defterlerini tutmasıdır. İkinci kademe, eyaletlerde kadılık kurumunun ( XIX. yüzyılın ilk yarısında eyalet vakıf müdürlüğü) kendi muhasebecileri kanalı ile, vakıfların muhasebecileri tarafından düzenlenen mali raporları incelemeleri şeklinde yapılmıştır. Üçüncü kademe ise devletin merkezi yönetiminde ( İstanbul) Evkaf İdaresi ( XIX. yüzyılın ilk yarısından sonra Vakıflar Nezareti) tarafından, gelen raporlar üzerinde son denetimin yapılması şeklinde olmuştur.

Klasik Osmanlı döneminde devlet muhasebesinde merdiven yöntemi kullanılıyordu. Vakıflar devlet tarafından kontrol edildiği için, vakıflarda da merdiven yönteminden yararlanılıyordu. Ama bu yöntem eyaletlerde yeteri kadar bilinmediği için, eyaletlerdeki vakıflarda basit muhasebe usulünün kullanıldığı görülmektedir. Kıbrıs’ta da bu durumun geçerli olduğu gözlenmektedir. Buna rağmen Kıbrıs’taki vakıflarda ihtiyacı karşılayacak seviyede muhasebe kayıtlarının bulunduğu ve vakıfların usulüne göre yönetildiği bilinmektedir.

Kıbrıs adası için vakıfların yönetiminin özellik gösterdiği dönem, 1878 yılında adanın İngiliz idaresine geçtiği zaman dilimidir. Sosyal amaçlı vakıfların İngiliz idaresine rağmen sosyal amaçlarına uygun faaliyetlerini sürdürebilmesi ilk karşılaşılan sorun olmuş ve bu sorun, Osmanlı’nın vakıfların yönetimi ile ilgili üst düzey yöneticiyi, anlaşmalar çerçevesinde adaya göndermesi ile çözülmüştür. İkinci husus ise İngiliz parasının kullanılması ve İngilizlerin çift  yanlı  kayıt  yöntemini  adaya  getirmeleri ile ortaya çıkan konular olmuştur. İngiliz idaresi vakıfların kayıtlarında Paund’un kullanılmasını ve çift yanlı kayıt yönteminden yararlanılmasını öngörünce, Kıbrıs muhasebecileri çift yanlı kayıt yöntemi ile İstanbul’daki meslektaşlarından önce tanışmışlardır.

Bütün bunlar, Kıbrıs Türklerinin geleneksel olarak bir vakıf kültürüne sahip olduklarını ve vakıfların muhasebelerinin yetenekli bilgi ile donatılmış muhasebeciler tarafından tutulduğunu, denetlemelerin başarı ile yapılabildiğini göstermekte ve bu sayede vakıf kültürünün varlığını sürdürebildiğini ortaya koymaktadır.

Bugün KKTC’deki Milli Arşiv İdaresi Kütüphanesinde ve Vakıflar İdaresi Kütüphanesinde binlerce vakıf belgesi, vakıf muhasebe defterleri, vakıf muhasebe denetim raporları varıdır. Ve bu belgeler, önemli bir vakıf kültürünün yüzyıllar boyu adada yaşadığını kanıtlamaktadır.

Kaynakça 

  • Nazif Öztürk : Menşe-i ve Tarihi Gelişimi Açısından Vakıflar, Vakıflar Genel Müdürlüğü Yayını, Sayfa : 27, 1983,
  • Yusuf Sürmen, Daştan, D. Aygün: Cash Waqf in the Otomans: the Case of Ahmet Pahsa Waqf in Trabzon-1713-, Paper, 12th World Congress of Accounting Historians, July 20-24, 2008, İstanbul.
  • Murat Çizakçe : Risk Sermayesi Özel Finans Kurumları ve Para Vakıfları, İslam İlimleri Araştırma Vakfı, 1993, İstanbul.
  • Zeynep Hatunoğlu, Eser, M. Kıllı: The Application of two Similar Non- Profit Organizations: Cash Waqfs and Micro Credits, Paper, 2 nd Balkans and Middle East Countries Conference on Auditing and Accounting History (2 BMAC), September 15-18, 2010, İstanbul.
  • Murat Çizakçe: Osmanlı Dönemi Vakıflarının Tarihsel ve Ekonomik Boyutları, Türkiye’de Hayırseverlik: Vakıflar ve Sosyal Devlet , TÜSEV yayını, Sayfa 22-23, 2006,İstanbul.
  • Değer Alper, Canan Basdar : Between 16 th and 17 th Centries Cash Waqfs in Bursa and Their Effects on Bursa Ecomomy, Paper, 12 th World Congress of Accounting Historians, July 20- 24, 2008, İstanbul.
  • Oktay Güvemli, Batuhan Güvemli : The Birth and Develoğment of an Accounting Method in the Mddle East ( Merdiban Method), Paper, The Fifth Accounting History İnternational Conference, August 9- 11 2007, Banff, Canada.
  • Oktay Güvemli : The Developement of Accounting Thought in Luca Pacioli’s Time in Turkey, Paper, International Conference Before and After Luca Pacioli, June, 16-19, 2011, İtaly.
  • Oktay Güvemli : Türk Devletleri Muhasebe Tarihi, Osmanlı İmparatorluğu, Tanzimat’a Kadar, Cilt 2, Sayfa 231-239, 1998, İstanbul.Sudi Apak, Arzu Tay : Osmanlı Devleti’nin yüzyıldaki Finansal Sistaminde Osmanlı Bankası’nın Yeri ve Faaliyetleri, Muhasebe ve Finans Tarihi Araştırmaları Dergisi, Sayı 3, Temmuz 2012, İstanbul.
  • Fatih Coşkun Ertaş, Bülent Şişman : Otoman Estate (inheritence) Application and Accounting in the 16 th and 17 th Centuries – the Effects on Socio Economic Structure and Inheritence Law, Paper, 13th World Congress of Accounting Historians, July, 17- 19, 2012, Newcastle –
  • Mustafa Haşim Altan : Belgelerle Kıbrıs Türk Vakıflar Tarihi , Kıbrıs Vakıflar İdaresi Yayını, 1986,
  • KKTC Vakıflar İdaresi Kütüphanesi 103 lu muhasebe defterleri cildi
  • Kıbrıs Adasının İngiliz İdaresine Devri ile ilgili Anlaşmalar (Mazbatalar) İlk iki mazbata 3 Cemaziye’l sani 1295 ( Miladi 4 Haziran 1878) tarihli; üçüncü mazbata 5 Receb 1295 ( Miladi 6 Temmuz 1878) tarihli.
  • The Cyprus Gazette, 15 October 1897 tarih ve 571 lu,KKTC Milli Arşiv ve Aratırma Dairesi.
  • The Cyprus Gazette, 9 October 1903 tarih ve 5181 lu, KKTC Milli Arşiv ve Araştırma Dairesi.

EK 1/A

Kıbrıs’ta Humayun’a (Padişah ve ailesi) ait Vakıfların Hicri 1288 (Miladi 1871) Yılı Mart ve Mayıs Ayları Arasında Üç aylık gelir ve giderlerine Ait Özel Hazırlanan  Muhasebe Defteri ( Orijinal Kopyası)

 

EK 1/B
Kıbrs’ta Humayun’a ( Padişah ve ailesi) ait Vakıfların Hicri 1280 (Miladi 1864) Yılı Mart ve Mayıs ayları  Arasında  Üç  aylık gelir ve giderlerine ait Özel Olarak hazırlanan Muhasebe Defterinin Transkripsiyonu 

Kıbrıs’ta Padişah ve ailesine ait vakıfların kira gelirlerini tahsil ile sorumlu eski müdür Kamil efendinin işi bırakması nedeni ile Hicri 1280 ( Miladi 1864) yılının Mart ayının başından Mayıs ayının sonuna kadar üç ay içinde Kıbrıs livası Meclisi ve Kıbrıs Evkaf Müdürlüğü tarafından tahsil olunan alacak tutarı, kasadaki mevcut para ve ayni dönemde yapılan masraflara ait günlük defter kaydıdır.

Guruş  Para

645          –       Büyük han kiracısı İbrihim’den üç aylık tahsilat
90          –       Ekmek fırını kiracısı Hüseyin’den yapılan tahsilat
543          –       Un pazarında kiracı Hasan’dan tahsilat
300          –       Bedestanda kiracı Çeper oğlu’ndan tahsil edilentutar
60          –       Nalbant dükkanı kiracısı Ahmed’den tahsilat
—————-
1.638      –
675       –       Belediye mahzeni kiracısı Hasan’dan yapılan tahsilat,
30        –       Eski belediye mahzeni kiracısı Hüseyin’den tahsilat,
22       20     Ayakkabıcı dükkanı kiracısı Aziz’den tahsilat,
2.173       –      Lapta çiftliğinin 1278 ( Hicri) senesi kira borcundan tahsilat,
———–

4.538     20
2.755     –       Lapgta çiftliğinin 1279 ( Hicri) senesi kira borcundan tahsilat,
61          –      Lefke çiftliğinin 1279 ( Hicri) senesi kira borcundan tahsilat,
176      17      Amaye Bahçesinin kiracısı Hacı Nikali’nin 1279 senesi kirasından tahsilat,
400        –       Gobo değirmeninin 1279 senesi kirasından tahsilat.
——————-
8.479      37
1.400      –    Gobo değirmeninin 1279 senesi kira gelirinden tahsilat,
2.200      –    Tarnallı ve Maşera değirmenlerinin 1279 senesi kira gelirlerinden tahsil edilen tutar,
169       20    Değirmenlikteki değirmenlerden tahsilat,
5        20         Birbuçuk dönüm vakıf tarlasının 1278 senesi kalan kira gelirnden tahsilat.
———————
12.254    37
2     20    Bir başka bir buçuk dönüm vakıf tarlasının 1276 senesinden kalan kira borcunun tahsili,
4       –     Bir başka tarlanın 1278 senesinden kalan kira geliri tahsili,
10.000    –     Piskopi mukataası ( gelir yerinin kiraya verilmesi) nın 1277 ve 1279 seneleri gelirlerinden Baf ve Hrisofi ilçelerinin aşar ( tarımsal üründen %10 vergi) ından tahsil edilen tutar,
1.364      –    Piskopi mukataası tahsilatından Memet Emin efemdinin zimmetinde kalan tutardan yapılan tahsilat,
1.018     10  Hrisofi yöneticisi Hüseyin efendinin zahire ( un) bedeli borcundan tahsilat,
3.933     13  Tuzla kazasında Cete çiftliğinin 1280 senesi kirasından tahsilat,
27.035  09          Eski müdür Kamil efendi’nin muhasebe defterinde yer alan Kıbrıs adası Vakıflarının 1275,1276 ve 1277 senelerinin tahsilatı – kasa mevcudu-

 


55.612  09
33.035  09    Ada mal sandığında ( kasa) mevcut
6.000     –      1279-1280 Yılları gelirinden daha Önce gönderilen
—————-
27.035  09  Kalan
2.420    00      Kıbrıs vakıflar müdürlüğü yönetimi maaşının peşin alınamsından doğan alacak olup, iadesi gereken bu tutar düzen gereği gelir olarak kaydı yapılmıştır.
2.815     —    1278 senesinden 1280 mayıs sonuna kadar peşin maaş.
105    13    Kamil efendinin işten ayrıldığı 1279 yılı Şaban (ikinci ay) ayına kadar ki maaşı.
2.709    27    Kalan
289       27      Müdürlüğü sırasında alması gereken ek ödenek
2.420       —       Kalan
—————–
58.032     09      Toplam
5.715      16               Kamil efendinin yönetim zamanında müdürlük hakkı olarak hesaplanan Tutar – düşülen-
——————
52.316    33       Kalan
34.129    29     Kamil efendinin kendi masraf defterinde kayıtlı olan ve Kıbrıs adası vakıf ve mukataaları için yapılan harcamalar ve vakıfların sosyal amaçlarını gerçekleştirmek için yapılan ödemeler. Yani hem tahsilatı yapmak için yapılan harcamalar ve hem de vakıf senedinde yazılı sosyal amaçlı harcamalar tutarı.

 

 


18.186     04             Kalan
İşbu hesaplaşma, Humayun ( Padişah ve ailesi) vakıflarının 1280 ( Miladi 1864) Mart ayı başından Mayıs ayı sonuna kadar yapılan tahsilat da dahil gelir ve gider hesabıdır. Kendisi ile mutabık kalınmıştır. Bu rapor,1280 (Miladi 1864) yılı Temmuz aında hazırlanmıştır.

EK 2
Kıbrıs Adası’nın İngiliz İdaresine Devri ile İlgili İlk Anlaşmanın (Mazbata) Orijinal İlk Sayfasının Fotokopisi

EK 3/A
The Cyprus Gazette 15 October 1897, No  571

Ek 3/B
The Cyprus Cryprusm Gazette 9 October 1903, No 5181

Makale ve Eklerin incelemek için tıklayınız…>>>

 


Kaynak: https://dergipark.org.tr/download/article-file/493214
Yasal Uyarı: Bu içerikte yer alan bilgi, görsel, tablolar, açıklama, yorum, analiz ve bir bütün olarak içeriğin tamamı sadece genel bilgilendirme amacıyla verilmiştir. Kişi veya kuruma özel profesyonel bir bilgilendirme ve yönlendirmede bulunma amacı güdülmemiştir. Konu ile benzerlik gösterse de her işletmenin kendi özel şartları nedeniyle farklı durumları olabilir. Bu nedenle, bu yazıda belirtilen içerikte yola çıkarak işletmenizi etkileyecek herhangi bir karar alıp uygulamaya geçmeden önce, uzmanına danışmanız menfaatiniz gereğidir. Muhasebenews veya ilişkili olduğu kişi veya kurumlardan hiç biri, bu belgede yer alan bilgi, tablo, görsel, görüş ve diğer türdeki tüm içeriklerin özel veya resmi, gerçek veya tüzel kişi, kurum ve organizasyonlar tarafından kullanılması sonucunda ortaya çıkabilecek zarar veya ziyandan sorumlu değildir.


]]>
https://www.muhasebenews.com/kibristaki-osmanli-vakiflari-ve-muhasebe-kayitlari-makale/feed/ 0