Ana Sayfa YAZARLAR-YENİ İkinci Nesilden Tarafıma İletilen Bir Mektup

İkinci Nesilden Tarafıma İletilen Bir Mektup

620
0

Dr. Öğr. Üyesi Ayhan ARTAR


“Benim CEO’ya ihtiyacım yok.” Aynen böyle demişti babam. O noktadan sonra ne yapacağımı tam olarak bilemiyordum. Bir an hedefsiz kalmıştım. Nereden başlayacaktım? Peki, nereye gidecektim? Ne istiyordum artık… Hiç birini cevaplayamıyordum. Yine de karşı çıkmadım. Babamın tavsiyelerini dinlemeye ve onun benim için uygun gördüğü görevleri yapmaya çalıştım.

1994 yılında zincirimizin ilk halkası olan 300 metrekarelik küçük bir semt kliniği ile başladı yola Sarmat Hastaneleri. 2015 yılına geldiklerinde 4 farklı lokasyonda sağlık hizmeti vermekte ve yaklaşık 1000 kişi istihdam etmekteydiler. Bunlara ek olarak 17.000 metrekarelik arazi üzerinde, 19 katıyla 50.000 metrekarelik kapalı alanda 330 yatak kapasitesi ve 16 ameliyathanesi ile hizmet vermeyi planlanmaktaydılar. Onkoloji, KVC ve anjiyo başta olmak üzere nitelikli ve özellikli branşlarıyla 85 hekim ve toplam 800 çalışan kapasiteli bir hastane. Bu son hastane ilk kurucu neslin yegâne işi olacaktır.

Babam bana en aşağıdan en yukarıya doğru bir kariyer planı tasarlamıştı. 4 senelik üniversite diplomam olmasına rağmen bunu gerekli görüyordu. Hastaneciliği mutfaktan öğrenmişti ve benim de öyle öğrenmem gerektiğini düşünüyordu. Babam kendisinin eksik olduğunu düşündüğüm yerlerde daha fazla vakit geçirmemi istiyordu; özellikle de işlerin mali kısımlarında. Mali tabloları pek anlayabildiğinden emin değilim. Ben ise ekonomi-işletme bölümünden mezun olduğum için benim açımdan anlaşılması kolay bir konuydu. Yine de işi mutfağında öğrenmem gerektiğini düşünüp beni ön muhasebeden başlattı. Hayatımın en sıkıcı zamanlarıydı sanırım. O kadar çok uykum geliyordu ki saat başı kahve içiyordum. Hafta içerisinde farklı farklı görevlerde yer alıyordum. Her gün farklı bir bölümde çalışıyordum. Öncelikle muhasebeden başlayarak sonrasında satın alma ki bunun içerisinde yemekhaneden ilaca, kantinden çarşafa türlü türlü kategori vardı, idari işlerden hasta karşılamaya tüm hastanenin işleyişini bana öğretmek istedi. Kendisi böyle yönetiyordu. Tepeden tırnağa. Hem doktor hem başhekim hem de yöneticiydi. Peki, biri bu üç farklı görev ve sorumluluğu hakkını vererek yapabilir miydi? Doktorluğu ve başhekimliği ile ilgili yorum yapamam ama yöneticiliğinin eksikliği konusunda anlamasam da hissedebiliyordum. Bir şeyler eksikti.

Bu düzen böyle 2-3 ay gitti. Zamanla işe giriş çıkış saatlerini esnetmeye, bazı günler gelmemeye başladım. Okulu ve dersleri bahane ediyordum. Hâlbuki istesem benim için aşılması kolay şeylerdi. Şimdi farkına varıyorum da aslında değilmiş. Bir müddet sessiz ve işsiz “takıldıktan” sonra bir gün babamı ziyaret ederken karşılaştığım amcam bana bir teklifte bulundu. Amcamın müteahhitlik geçmişi vardı. Giresun’dayken çok iyi işler yapmış ve iyi paralar kazanmıştı. Aile İstanbul’a doğru yerleşmeye başladıkça o da Giresun’daki düzenini bırakmış ve hastanelerin inşaat işleri ile uğraşmaya başlamıştı. Ek olarak, bürokrasi ile arası çok iyi olduğundan şirkete önemli kolaylıklar kazandırıyordu. 2008’de tekrar inşaat işlerine döndü ve İSKİT Zemin adlı bir temel altı ve mühendislik firması kurdu. Şirket 2014’e geldiğinde makine parkurunun değeri kazık piyasasında ilk 5’teydi. Bana ihtiyacı olduğunu ve beraber çalışmak istediğini söyledi. Benim için pek önemli olmasa da bazı “ekstra” başlıklarla teklifi cazip hale getirdi. O sıralar zaten ne yapacağımı bilmiyordum ve boş durmaktan fazlasıyla sıkılmıştım. Kabul ettim.

Beklediğim şey kesinlikle babamın yanındakine göre daha farklıydı. Babamın işyerindeki insanlar benim küçüklüğümü biliyorlardı. Daha da ötesinde babama inanılmaz bir saygı ve sevgi duyuyorlardı. Bu duygular o kadar yoğundu ki aynı şefkat bana da yöneltiliyordu. Kısacası, istemesem de beni kayırıyorlardı. Açıkçası ben de işlerden çok sıkıldığım için bunu az ya da çok suiistimal ediyordum. Bu durumun en azından amcamın şirketinde çok fazla olmayacağını, sorumluluklar konusunda daha profesyonel davranacaklarını düşünüyordum. Başta babamın işyerindekine benzer bir tepki görsem de bunu sezdim ve onlara amacımın öğrenmek olduğunu; en alt görevden en üstteki göreve kadar her şeyi öğrenmek istediğimi anlattım. Bir stajyerleri olmuştu.

Tüm “ayak işlerini” yüklenmiştim. Bundan şikâyet de etmiyordum. Süreci öğrenmem gerektiğini düşünüyordum ancak öğrenme süreci sağlıklı gitmedi. Sistem çok karışıktı. Görevler dağılmış ve sorumluluklar belirsizdi. İşin kötü yanı da tüm bunları zaman içerisinde fark ediyorsun ve alışıyorsun. Sistemin kalitesi işlerin kalitesine yansıyordu. Belki şirketin sahadaki işlerinin kalitesine çok fazla yansımıyordu ama idari süreçler çok meşakkatliydi. Şirket beyin gücünü verimli kullanamıyordu. Var olan beyin gücünün kalitesini ve verimliliğini ölçemiyordu. İdari açıdan kaliteden ziyade işin neticesine odaklanmış bir sistem vardı. Amaç tamamen geminin yüzmesiydi, nasıl yüzdüğü değil. Amcamın şirketinin kâğıt üzerinde belki 3 belki de 4 muhasebecisi vardı ama her ay KDV beyanında en az 1 ya da 2 kişi akşam 10’a kadar gerçek anlamda muhasebeciliği yapan birinin beyannameyi bitirmesini bekler ve öyle çıkardı. Bu süreç 3 ayda bir verilen gelir vergisi beyannamesinde daha da işin içinden çıkılmaz hale gelir ve bu sistemin böyle yürümeyeceği hakkında konuşmalar yapılır, ama eski düzen hep devam ederdi. Bunun gibi en basit işlerde bile görev ile sorumluluklar birkaç kişiye dağıtılmıştı. Sorumluluklar bölük pörçüktü.

Bu yanlışlığı gördüm görmesine ama değiştirilmesine nasıl katkıda bulunacağımı bir türlü planlayamadım. Şirketlerde değişim konusunda ders almıştım. Az ya da çok ama bir şekilde iyiye doğru bir düzenleme yapılabilirdi. Kafamda bazı planlar vardı ve onlara zaman ayırmak istiyordum ama planlamak istediğim değişiklikler, günlük yapmam gereken işlerden sonraya kalıyordu. Sonrasında o kadar isteksiz kalıyordum ki tüm o gelişim için değişim planlarım kafamda bir yerlerde hayal olarak kalıyordu ve mesainin uzadığı her an tekrar nüksediyorlardı; “Bir daha böyle olmayacak. Haftaya başlıyoruz işleri paylaştırmaya. Önümüzdeki ay planlı gideceğiz ve geç çıkmayacağız.” Böyle sözler veriyorduk şirketçe, ama kimse eski düzenden vazgeçemiyordu. Şimdi hatırlayınca bile ne kadar yıpratıcı olduğunu hissedebiliyorum.

Bu işin yalnız bir tarafıydı. Zamanla işi öğrenmeye başladıkça stajyer muamelesi devam etti. Başta öğrendiklerimi pekiştirmek olarak görüyordum bu ek işleri, ama daha sonraları hep kendimi tekrar ettiğimi düşünmeye başladım. “Ben ne olacağım?” diye kendime soruyordum. “Muhasebeci mi? Mali Müşavir mi? Bundan sonra işten anladığım bu mu?” Soruların cevabını biliyordum, ama bir müddet daha cevaplamamayı seçtim. Ayrıca diğer “muhasebecilerin” de benim kadar çalışmasını istiyordum. Hep bana birileri kaytarıyor hissi geliyordu. Belki de ben de birine bu hissin oluşması için sebeptim. Bilmiyorum. Gayet mümkün. Her şey o kadar belirsizdi ki. Neticede patronun yeğeniydim. Kimse bana emir veremezdi, yani en fazla rica ederdi ben de onları kırmazdım.

Tüm bu iç kargaşadan patronum amcamın haberi yoktu ya da umurunda değildi. Sadece bana çok güveniyordu. Beni işe asıl almasının sebebi de buydu. Ben kesinlikle şirkete yanlış yapmazdım. Ona yalan söylemezdim. Buna resmen inanmıştı. Çekleri bana veriyor, nakit paranın kullanıldığı işlerde parayı bana emanet ediyor vesaire… Bu inancı ve güveni hissetmek beni gerçekten mutlu ediyordu ama kesinlikle yeterli değildi. Öncelikle şirket için yetersiz ve tehlikeliydi. Güven aslında denetleme mekanizmasıydı. Benim amacım yanlış yapılmadığını, yani aslında şirketten çalınıp çalınmadığını takip etmekti. Benim denetim mekanizmam da amcamdı. Amcam istiyordu ki şirketi ben kendim keşfedeyim ve onu öğreneyim. İstiyordu bunu istemesine de sorduğum basit soruları cevaplamaktan kaçınıyordu. Benim nasıl öğrendiğimi pek anlamamıştı. Beni yönetici olarak yetiştirmek istiyordu ama şirketi çevirip çekecek, büyütecek bir yöneticinin nasıl olması gerektiğini düşünüyordu? Kendi yöneticiliği yeterli miydi? Mesela amcam, istediği olmayınca bağırır çağırır ve kinayeli konuşarak çalışanlarını, onun bakış açısıyla söylemek gerekirse, motive ederdi. Bu sert lider o an istediğini almalıydı ve alırdı da, ama gittiğinde artık eve gitmek için yalvaran insanlar bırakırdı. Bu insanlara ben de dâhildim. Yeğeni olmam benim için bir ayrıcalık değildi ve hatta özellikle bana hiç beklemediğim anlarda şirket ile ilgili sorular sorar ve cevaplayamayınca bağırır çağırır, hayatın zor olduğunu ve benim başaramayacağımı ima ederdi. Stresli bir ortamdı.

Başta maddi motivasyonlarla devam etmeye çalıştım fakat bir müddet sonra her şey çok zor gelmeye başlamıştı. Tükenmiştim. Uyanmakta zorlanıyordum. Uyumakta zorlanıyordum. İşi kaytarmaya başlamıştım. İşe motive gelsem dahi benzinim hemen bitiyordu. Bir şeyleri yapmam çok güç harcıyordu. İş arkadaşlarımın, özellikle de zamanında stajyerlik yapmamdan ötürü beni öyle bellemeleri, yetkilerimizin ve sorumluluklarımızın belirsizliği beni çok sinirlendiriyordu. Değiştirmekten ise zaten pes etmiştim.

Tüm bunlar; bu sistemsel sorunlar diğer kardeş şirketlerde de vardı. Diğer şirketlere de ara sıra uğruyor ve çalışanlarla konuşuyordum. Özellikle dinamo şirketimiz diyebileceğim müessesemizin yeni işe alınan genel müdür yardımcısı, bana benzerliğin ne düzeyde olduğunu ve ne kadar zorluk çektiğini özetlemekte çok yardımcı oldu. Bir şeyler yapmam gerekti. Babamın bana ilk dediği o “Bana CEO lazım değil” aklıma geldi. Tam tersine ihtiyacı olan bir yöneticiydi. Onların yönetmekten anladıkları çok çalışmak ve para kazanmaktı. Para kazansınlar ki borçlarını ödeyebilsinler, yatırımlarını devam ettirebilsinler yani büyüyebilsinler. Bunlarla boğuşuyorlardı. Sistemin kalitesine, verimliliğe, sürdürülebilirliğe ayıracak, düşünecek vakitleri yoktu. Ne yapmam gerektiğini anlamıştım. Bunu onlar için ben yapmalıydım.

Şirketlerin geleceği ailenin geleceği idi.

Şirketten 2 yıl sonra ayrıldım ve kurumsal gelişimi araştırmaya başladım.


Kaynak: Dr. Ayhan ARTAR’ın özel izniyle yayınlanmıştır. Tam Link: https://www.aagelisim.com.tr/?menu=post&action=view&id=33
Yasal Uyarı: Bu içerikte yer alan bilgi, görsel, tablolar, açıklama, yorum, analiz ve bir bütün olarak içeriğin tamamı sadece genel bilgilendirme amacıyla verilmiştir. Kişi veya kuruma özel profesyonel bir bilgilendirme ve yönlendirmede bulunma amacı güdülmemiştir. Konu ile benzerlik gösterse de her işletmenin kendi özel şartları nedeniyle farklı durumları olabilir. Bu nedenle, bu yazıda belirtilen içerikte yola çıkarak işletmenizi etkileyecek herhangi bir karar alıp uygulamaya geçmeden önce, uzmanına danışmanız menfaatiniz gereğidir. Muhasebenews veya ilişkili olduğu kişi veya kurumlardan hiç biri, bu belgede yer alan bilgi, tablo, görsel, görüş ve diğer türdeki tüm içeriklerin özel veya resmi, gerçek veya tüzel kişi, kurum ve organizasyonlar tarafından kullanılması sonucunda ortaya çıkabilecek zarar veya ziyandan sorumlu değildir.


Önceki İçerik27103 sayılı SGK teşvikinde ortalama sigortalı çalışan sayısı nasıl tespit edilir?
Sonraki İçerikKüçük el robotu ile evde yapılan fıstık ezmesinin internet üzerinden satışı vergiye tabi midir?

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz