Ana Sayfa YAZARLAR-YENİ İdare dava açma süresini göstermezse ne olur?

İdare dava açma süresini göstermezse ne olur?

599
0

Dr. Numan Emre ERGİN

Avukat, YMM, E. Hesap Uzmanı

n.emre.ergin@hotmail.com


27 Haziran 2022

Anayasamızın 125. maddesinde İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu, idari işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin yazılı bildirim tarihinden itibaren başlayacağı belirtilmiştir. Anayasa’nın 40. maddesinde ise Devlet’in işlemlerinde ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğu hükmü yer almaktadır.

İdari eylem ve işlemlere karşı açılacak davalarda usule ilişkin esaslar İdari Yargılama Usulü Kanunu (İYUK)’nda düzenlenmiştir. Söz konusu Kanun uyarınca, idari yargıda dava açma süresi, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştayda ve idare mahkemelerinde 60 ve vergi mahkemelerinde 30 gündür. Süreler de genel olarak ilgili işlemin yazılı bildirimini (tebliğini) izleyen günden başlamaktadır. Diğer taraftan, İdareye bir işlem ve eylem yapılması için başvurulması halinde İdare 30 gün içinde yazılı bir cevap vermezse başvuru reddedilmiş (zımni ret) sayılmakta olup ilgililer 30 günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde, konusuna göre Danıştaya, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilirler.

Görüldüğü üzere, Devletin tarafı olduğu işlemlerde ve uyuşmazlıklarda vatandaşları yargısal hakları konusunda bilgilendirmesi Anayasal güvence altına bağlanmış ve bu görev bir usule bağlanmıştır. Ancak uygulamada zımni ret durumunda ve İdarenin yazılı bildiriminde dava süresini göstermemesi halinde dava açma süresinin ne olacağı konusunda mahkemeler farklı yönde kararlar vermiştir. Bu farklı yargı kararları arasında içtihat birliğini sağlamak için Danıştay İçtihatları Birleştirme Kurulu (İBK) 19.06.2022 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 2021/2 E., 2022/1 K. sayılı kararıyla farklı içtihatları birleştirmiştir.

Kurulun içtihadı birleştirme kararında değerlendirdiği konulardan ilki, zımni ret işlemlerinde dava açma süresinin işletilmesine ilişkindir. Yukarıda yer alan Anayasa’nın 40 ve 125. maddesinde dava açma süresinin “yazılım bildirim”den itibaren başlayacağı ve yargı yoluna başvuru süresinin bu bildirimde belirtilmesi gerektiğine hükmedilmiş olmakla birlikte, İYUK’ta zımni ret işleminde böyle bir yazılı bildirim olmadığı halde dava açma süresini işleten hükümler bulunmaktadır. Danıştay bazı kararlarında Anayasa gereği yazılı bildirim gerekliliğini gerekçe göstererek zımni ret işlemlerinde ortada yazılı bir bildirim olmadığından dava açma süresini başlatmazken, diğer bazı kararlarında ise dava açma süresini işletmiştir.

İçtihadı Birleştirme Kurulu; Danıştay dava daire ve kurullarınca verilen kararlarda, zımni ret işlemleri üzerine açılan davalarda Anayasa’nın 40. maddesindeki düzenlemeden hareketle dava açma süresinin işletilmediği kararların sınırlı sayıda olduğu, evvelden beri dava açma süresinin işletilmesi yönünde değerlendirme yapıldığı, konuya ilişkin farklı yönde kararlar verildiği görülmekle birlikte bu durumun süregelen bir içtihat farklılığına yol açmadığı gerekçesiyle içtihatların birleştirilmesine yer olmadığına karar vermiştir.

 

 

Zımni ret işlemlerinde dava açma süresinin işletilmemesi durumunda İdarenin belirsiz süreli olarak bir davayla muhatap kalma durumu söz konusu olacağından usul hukukunun en temel konularından biri olan sürenin zımni ret işlemlerinde de uygulanması gerektiğini düşünüyorum. Zımni ret işleminde İdare kanuna dayanan takdir yetkisini kullanmakta olup ortada kusur da bulunmamaktadır. Diğer taraftan, Kurulun içtihadı birleştirmeme yönündeki kararına katılmıyorum. Kararın karşı oy gerekçesinde de belirtildiği üzere, ortada farklı yönde Danıştay kararları bulunmakta olup İYUK’taki hükümler Anayasa’nın lafzı ile de uyumlu değildir. Ayrıca kararda süreyi işletmeyen kararların sınırlı sayıda olduğu belirtilmiş olmasına rağmen, süreyi işleten sınırlı sayıda Danıştay kararına yer verilmiştir. Dolayısıyla kararı okuyunlarda Danıştay kararlarının kahir ekseriyetinin zımni ret durumunda süreleri işlettiği kanısı oluşmamaktadır. Bu nedenle, kararın bu gerekçesinin zayıf kaldığını düşünüyorum. Danıştay’ın bu konuda içtihadı birleştirme kararı vermesi daha isabetli olurdu. Yine de karardan zımni ret işlemlerinde dava açma sürelerinin işleyeceği sonucunu örtülü olarak çıkarabiliriz.

Kararda incelenen ikinci konu ise İdarenin yazılı bildirimde bulunmuş olmasına rağmen, bu bildirimde dava açma süresini göstermemesi halinde dava açma süresinin nasıl tespit edileceğine ilişkindir. Yukarıda genel dava açma sürelerinin idari davalarda 60 gün, vergi davalarında ise 30 gün olduğunu belirtmiştim. Ancak kanunlarda bazı durumlarda özel dava açma süreleri belirlenmiştir. Örneğin kamu alacaklarına ilişkin ödeme emrine karşı dava açma süresi 15 gün, SGK idari para cezalarına karşı dava açma süresi 30 gün, Çevre Kanununa göre uygulanan idari yaptırımlara karşı dava açma süresi 30 gün, İYUK 20/A maddesinde ivedi yargılama usulüne tabi olan uyuşmazlıklarda dava açma süresi 30 gündür.

Özel dava açma süresine tabi işlemlere ilişkin tebligatta dava açma süresi belirtilmemişse hangi süre uygulanacaktır? Danıştay az sayıdaki bazı kararlarında özel dava açma sürelerinin uygulanacağını belirtmişken, çok sayıda kararında ise genel dava açma sürelerinin uygulanacağına hükmetmiş, bazı kararlarında ise özel veya genel dava açma sürelerinin işlemeyeceğini söylemiştir.

Kurul, özel süreleri uygulayan kararları mahkemeye erişim hakkını zorlaştıran aşırı katı bir yorum olarak değerlendirmiştir. Bu noktada mahkemeye erişim hakkını sınırlandıran usul kurallarının hakkın özünü sınırlamaması gerektiği yönündeki AİHM ve AYM kararlarına da atıf yapmaktadır. Nitekim kararda yer verilen AİHM kararında mahkemelerin yargılama usullerini uygularken bir yandan davanın hakkaniyetine halel getirecek kadar abartılı şekilcilikten, öte yandan kanunla öngörülmüş olan usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak kadar aşırı bir esneklikten kaçınılması gerektiği belirtilmektedir. Ayrıca AYM içtihatlarında dava açmak için öngörülen sürenin, davanın açılmasını imkansız hale getirmemesi ve aşırı derece zorlaştırmaması, dava açmak için gerekli araştırma ve hazırlıkların yapılmasına, gerekiyorsa hukuki ve teknik yardım alınmasına yetecek düzeyde olması gerektiği; ayrıca karışık olan mevzuatın, yargı mercileri tarafından aşırı şekilci (katı) yorumlanması ya da hukuk uygulayıcılarında bile kafa karışıklığına yol açabilecek düzeyde mevzuatın farklı yorumlanması da mahkemeye erişimi engelleyen bir olgu olarak değerlendirilmiştir.

Kurul ayrıca Anayasa’nın 40. maddesi uyarınca idari işlemde başvuru yolu ve süresini belirtmekle yükümlü bulunan idarelerin, bu yükümlülüğü yerine getirmemesinin tüm sonuçlarının ilgili kişilerin üzerine bırakılmasını adil bulmadığı gibi, Anayasa’nın 125. maddesi ve İYUK’un 7. maddesinin genel dava açma sürelerine dair amir hükümlerine aykırı olacak şekilde yazılı bildirim tarihinden itibaren dava açma süresinin başlatılmamasının da adil bir çözüm olmadığını belirtmiştir. Kurul, kişilerin kendilerine yazılı bir bildirim yapıldığı halde, idari işlemin iptali istemiyle istedikleri zaman dava açabilecekleri şeklinde bir hakka sahip olmadıklarını bilmesi gerektiğine; zira, dava açma süresinin kamu düzenine ilişkin bir konu olduğu ve sürenin başlangıcının kişilerin takdirine bırakılmasının mümkün olmadığına vurgu yapmıştır.

Bu değerlendirmeler sonrasında Danıştay İBK, Anayasa’nın 40. maddesi hükmü uyarınca, özel dava açma süresine tabi olmasına rağmen, bu hususun işlemde ya da yazılı bildirimde açıklanmaması halinde, dava konusu işlemin tebliğ tarihinden itibaren özel dava açma süresinin değil, genel dava açma süresinin uygulanması gerektiği yorumunun, hukuki güvenlik ve idari istikrar ilkesi ile mahkemeye erişim hakkı arasındaki hassas dengeyi sağlayan bir özellik taşıdığı; ilgililere aşırı bir külfet yüklemediği, vergi mahkemelerinde 30 gün, Danıştayda ve idare mahkemelerinde 60 gün olan genel dava açma süresinin ilgilinin dava açmak için gerekli araştırma ve hazırlıklarını yapmasına, gerekiyorsa hukuki ve teknik yardım almasına yetecek düzeyde olduğu; açık, anlaşılabilir ve ulaşılabilir olan genel dava açma sürelerinin mahkemeye erişimi zorlaştıran ya da engelleyen kısa süreler olarak nitelendirilemeyeceği, özel dava açma süresi yerine genel dava açma süresinin uygulanması sayesinde ilgilinin, işlemde başvuru yolu ve süresinin gösterilmemesinden dolayı uğradığı mağduriyetin, mahkemeye erişim hakkının özüne zarar verecek seviyeye ulaşmadan önleneceğini değerlendirmiştir.

Sonuç olarak, özel dava açma süresine tabi bir idari işlemde, dava açma süresinin gösterilmemiş olması durumunda, vergi mahkemelerinde 30, Danıştay ve idare mahkemelerinde 60 günlük genel dava açma süresinin uygulanması gerektiği; aynı şekilde genel dava açma süresine tabi bir idari işlemde dava açma süresi gösterilmemiş olsa da, 30 ve 60 günlük genel dava açma süresinin uygulanması gerektiği yönünde oyçokluğuyla içtihatlar birleştirilmiştir.

Karardaki karşı oyların çok değerli gerekçe ve öneriler getirdiğini ifade etmem gerekir. Özellikle dava açma süresinin belirtilmediği durumlarda dava açma süresini başlatmayan, ancak süreyi 1 yıl ile sınırlandıran Fransız Danıştay’ının içtihadına yer veren karşı oy gerekçesini (idare hukukunda Fransa’dan esinlendiğimiz düşünülürse) oldukça değerli buluyorum.

İçtihadı birleştirme kararı, önemli bir konudaki ayrışmayı ortadan kaldırmış olmakla bile uygulamada yaşanan bir soruna hiç değinmemiştir. Bu sorun da idare ve vergi mahkemeleri arasında görev uyuşmazlığı olduğunda genel dava açma süresinin ne olacağına ilişkindir. Örneğin yapılan tebligattan 50 gün sonra idari mahkemede dava açılmış, ancak uyuşmazlıkta vergi mahkemesinin görevli olduğu sonucuna varılmışsa, vergi mahkemesinde genel dava açma süresi olan 30 gün geçirildiğinden dava süre yönünden reddedilecektir. Bu durumun ciddi mağduriyete yol açtığı ortadadır. Görev uyuşmazlıkları uygulamada oldukça da fazla görülmektedir. Mesela yakın zamanda değerli konut vergisine ilişkin kanuni düzenlemenin ilk halinde Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünce yaptırılan taşınmaz değer tespitlerine karşı açılan davalarda görevli mahkemenin neresi olacağı tartışması yaygın olarak yaşanmıştı. Dolayısıyla, Kurulun bu konuda bir değerlendirme yapması oldukça isabetli olurdu. Görevli mahkeme konusunda tereddüt olması halinde, hak kaybına uğramamak için davanın 30 gün içinde açılmasını tavsiye ediyorum.

Sözün özü: Yol göstermeyen çoban sürüsünü kaybeder.

 

 


Kaynak: Dr. Numan Emre ERGİN, Avukat, YMM, E. Hesap Uzmanı. İçerik, Sayın Numan Emre ERGİN’in Dunya.com’daki Perspektif isimi köşesinden Yazarın ve Dunya.com’un sahibi olan şirketin özel izni ile yayınlanmıştır. Yazının tüm hakları ve sorumluluğu yazara ve Dunya.com’a aittir. Yasal Uyarı: Bu içerikte yer alan bilgi, görsel, tablolar, açıklama, yorum, analiz ve bir bütün olarak içeriğin tamamı sadece genel bilgilendirme amacıyla verilmiştir. Kişi veya kuruma özel profesyonel bir bilgilendirme ve yönlendirmede bulunma amacı güdülmemiştir. Konu ile benzerlik gösterse de her işletmenin kendi özel şartları nedeniyle farklı durumları olabilir. Bu nedenle, bu yazıda belirtilen içerikte yola çıkarak işletmenizi etkileyecek herhangi bir karar alıp uygulamaya geçmeden önce, uzmanına danışmanız menfaatiniz gereğidir. Muhasebenews veya ilişkili olduğu kişi veya kurumlardan hiç biri, bu belgede yer alan bilgi, tablo, görsel, görüş ve diğer türdeki tüm içeriklerin özel veya resmi, gerçek veya tüzel kişi, kurum ve organizasyonlar tarafından kullanılması sonucunda ortaya çıkabilecek zarar veya ziyandan sorumlu değildir.


Önceki İçerikRusya’daki çalışmalar için yurt dışı borçlanması yapılabilir mi?
Sonraki İçerikGayrimenkul kiralama işi yapan şirket aktife kayıtlı taşınmaz satışındaki kurumlar vergisi ve KDV istisnasından yararlanabilir mi?

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz